Evrenin yaratılışı, bundan bir asır
önce, astronomların önemli bir bölümü tarafından
gözardı edilen bir kavramdı. Bunun nedeni ise,
19. yüzyıldaki bilim anlayışının, evrenin sonsuzdan
beri var olduğu varsayımını benimsemesiydi.
Evreni inceleyen bilim adamlarının çoğu, zaten
sonsuzdan beri var olan bir maddeler bütünüyle
karşı karşıya olduklarını sanıyor ve evren için
bir "yaratılış", yani başlangıç olduğunu akıllarından
bile geçirmiyorlardı.
Bu "sonsuzdan
beri var olan evren" fikri, Batı düşüncesine materyalist
felsefe ile birlikte girmişti. Eski Yunan'da gelişen
bu felsefe, maddeden başka bir varlık olmadığını
savunuyor ve evrenin sonsuzdan gelip sonsuza gittiğini
öne sürüyordu. Aslında materyalizm, Ortaçağ'da
Kilise'nin hakim olduğu dönemde rafa kaldırılmıştı.
Ama Rönesans'tan sonra Batılı bilim ve fikir adamlarının
yeniden Eski Yunan kaynaklarına merak sarmaları
ile birlikte, materyalizm de yeniden kabul görmeye
başladı.
Materyalist evren anlayışını Yeni Çağ'da
ilk kez savunan kişi ise, ünlü Alman
düşünür Immanuel Kant oldu. Kant, evrenin
sonsuzdan beri var olduğunu ve bu sonsuzluk
içinde her olasılığın mümkün sayılması
gerektiğini öne sürdü. Kant'ın yolunu
izleyenler, sonsuz evren fikrini materyalizmle
birlikte savunmaya devam ettiler. 19.
yüzyıla gelindiğinde ise, evrenin bir
başlangıcı, yani yaratılış anı olmadığı
şeklindeki iddia, geniş bir kabul görür
hale gelmişti. Karl Marx, Friedrich
Engels gibi diyalektik materyalistlerin
şiddetle sahiplendikleri bu iddia, 20.
yüzyıla da taşındı. Söz konusu
"sonsuz evren" fikri, her zaman için
ateizmle içiçe oldu. Çünkü evrenin bir
başlangıcı olması, Allah tarafından
yaratıldığı anlamına geliyordu ve buna
karşı çıkmanın tek yolu da, hiçbir bilimsel
dayanağı olmadığı halde, "evren sonsuzdan
beri vardır" iddiasını öne sürmekti.
Alman felsefeci Immanuel Kant “sonsuz
evren” iddiasını Yeni Çağ’da
ilk kez gündeme getiren kişiydi. Ancak
bilimsel bulgular Kant’ın bu iddiasını
geçersiz kıldı.
|
Alman felsefeci Immanuel Kant |
Bu
iddiayı ısrarla sahiplenenlerden biri, 20. yüzyılın
ilk yarısında yazdığı kitaplarla materyalizmin
ve Marksizm'in ünlü bir savunucusu haline gelen
Georges Politzer idi. Politzer, Felsefenin Başlangıç
İlkeleri adlı kitabında, "sonsuz evren" modelinin
geçerliliğine güvenerek yaratılışa şöyle karşı
çıkıyordu:
Evren yaratılmış bir şey değildir. Eğer yaratılmış
olsaydı, o takdirde, evrenin Tanrı tarafından
belli bir anda yaratılmış olması ve evrenin
yoktan varedilmiş olması gerekirdi. Yaratılışı
kabul edebilmek için, her şeyden önce, evrenin
var olmadığı bir anın varlığını, sonra da, hiçlikten
(yokluktan) bir şeyin çıkmış olduğunu kabul
etmek gerekir. Bu ise bilimin kabul edemeyeceği
bir şeydir. (1)
Politzer, yaratılışa karşı sonsuz evren fikrini
savunurken, bilimin kendi tarafında olduğunu sanıyordu.
Oysa bilim, çok geçmeden, Politzer'in "eğer
öyle olsa, bir Yaratıcı olduğunu kabul etmek gerekir"
dediği gerçeği, yani evrenin bir başlangıcı olduğu
gerçeğini ispatladı.
1920'li yıllar, modern astronominin gelişimi açısından
çok önemli yıllardı. 1922'de Rus fizikçi Alexandre
Friedmann, Einstein'in genel görecelik kuramına
göre evrenin durağan bir yapıya sahip olmadığını
ve en ufak bir etkileşimin evrenin genişlemesine
veya büzüşmesine yol açacağını hesapladı. Friedmann'ın
çözümünün önemini ilk fark eden kişi ise Belçikalı
astronom Georges Lemaitre oldu. Lemaitre, bu çözümlere
dayanarak evrenin bir başlangıcı olduğunu ve bu
başlangıçtan itibaren sürekli genişlediğini öngördü.
Ayrıca, bu başlangıç anından arta kalan radyasyonun
da saptanabileceğini belirtti.
Bu bilim adamlarının teorik hesaplamaları
o zaman çok ilgi çekmemişti. Ancak 1929 yılında
gelen gözlemsel bir delil, bilim dünyasına bomba
gibi düşecekti. O yıl California Mount Wilson gözlemevinde,
Amerikalı astronom Edwin Hubble astronomi tarihinin
en büyük keşiflerinden birini yaptı. Hubble, kullandığı
dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların
uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru kayan
bir ışık yaydıklarını saptadı. Bu buluş, o zamana
kadar kabul gören evren anlayışını temelden sarsıyordu.
Çünkü
bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı
noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor
yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan
ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. (Gözlemciden
uzaklaşmakta olan bir trenin düdük sesinin gittikçe
incelmesi gibi.) Hubble'ın gözlemi ise, bu kanuna
göre, gökcisimlerinin bizden uzaklaşmakta olduklarını
gösteriyordu. Hubble, çok geçmeden çok önemli
bir şeyi daha buldu; yıldızlar ve galaksiler sadece
bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı.
Her şeyin birbirinden uzaklaştığı bir evren karşısında
varılabilecek tek sonuç ise, evrenin "genişlemekte"
olduğuydu.

Edwin Hubble, dev teleskobuyla yaptığı
gözlemlerde evrenin genişlediğini fark
etti. Hubble böylece “sonsuz evren”
efsanesini yıkacak Big Bang teorisinin
de ilk delilini bulmuş oluyordu. |
Kısa
bir zaman önce Georges Lemaitre tarafından
"kehanet" edilen bu gerçek, aslında yüzyılın
en büyük bilimadamı sayılan Albert Einstein
tarafından da daha önceden dile getirilmişti.
Einstein 1915 yılında ortaya koyduğu genel
görecelik kuramıyla yaptığı hesaplarda
evrenin durağan olamayacağı sonucuna varmıştı.
Ancak bu buluş karşısında son derece şaşıran
Einstein bu "uygunsuz" sonucu ortadan
kaldırmak için denklemlerine "kozmolojik
sabit" adını verdiği bir faktör ilave
etmişti. Çünkü o sıralar, astronomlar
ona evrenin statik olduğunu söylüyorlardı,
o da kuramının bu modele uymasını istemişti.
Ancak sonradan bu kozmolojik sabiti "kariyerinin
en büyük hatası" olarak tanımlayacaktı.
Hubble'ın ortaya koyduğu evrenin genişlediği
gerçeği, kısa bir süre sonra yeni bir
evren modelini doğurdu. .Evren genişlediğine
göre, zamanda geriye doğru gidildiğinde
çok daha küçük bir evren, daha da geriye
gittiğimizde "tek bir nokta" ortaya çıkıyordu.
Yapılan hesaplamalar, evrenin
tüm maddesini içinde barındıran bu "tek
nokta"nın, korkunç çekim gücü nedeniyle
"sıfır hacme" sahip olacağını gösterdi
Evren, sıfır hacme sahip bu noktanın patlamasıyla
ortaya çıkmıştı. Bu patlamaya "Big Bang"
(Büyük Patlama) dendi ve bu teori de aynı
isimle bilindi. Big Bang'in gösterdiği
önemli bir gerçek vardı: Sıfır hacim "yokluk"
anlamına geldiğine göre, evren "yok" iken
"var" hale gelmişti. Bu ise, evrenin bir
başlangıcı olduğu anlamına geliyor ve
böylece materyalizmin "evren sonsuzdan
beri vardır" varsayımını geçersiz kılıyordu. |
Dipnotlar |
 |
1Théma Larousse, Tematik Ansiklopedi
Bilim ve Teknoloji, Evren ve Dünya, Matematik,
Fizik, Kimya,Teknoloji, s. 300
|
|