Tattığımız
Ve Kokladığımız Moleküller Tat
ve koku duyuları, insanın dünyasını güzelleştiren
algılardır. Bu duyulardan alınan zevk çok eski çağlardan
beri merak konusu olmuş ve bunların aslında moleküler
etkileşimler oldukları çok yakın zamanlarda keşfedilmiştir.
"Tat" ve "koku" dediğimiz
kavramlar, aslında birbirinden farklı moleküllerin
duyu organlarımızda yarattığı algılarından başka
bir şey değildir. Örneğin yiyeceklerin, içeceklerin,
ya da çevremizde gördüğümüz çeşitli meyve ve çiçek
kokularının hepsi uçucu moleküllerden ibarettir.
Atomlar bir yandan canlı ve cansız maddeyi oluştururken,
diğer taraftan da maddeye lezzet ve güzellik katmaktadırlar.
Peki ama bu nasıl gerçekleşmektedir?
Vanilya kokusu, gül kokusu gibi
uçucu moleküller, burnun epitelyum adı verilen
bölgesindeki titrek tüylerinde bulunan alıcılara
gelirler ve bu alıcılarla etkileşime girerler.
Bu etkileşim beynimizde koku olarak algılanır.
2-3 cm2’lik bir koku alma zarıyla
kaplı burun boşluğumuzda şu ana kadar yedi tip
farklı alıcı tespit edilebilmiştir. Bu alıcılardan
her birine temel bir koku denk düşer. Aynı şekilde
insan dilinin ön tarafında da dört farklı tip
kimyasal alıcı vardır. Bunlar da tuzlu, şekerli,
ekşi ve acı tatlarına karşılık gelir. İşte tüm
duyu organlarımızın alıcılarına gelen bu moleküller
beynimiz tarafından kimyasal sinyaller olarak
algılanır.
 |
PIPERIN
Piperin, tropik asma Piper nigrum'un
yumuşak meyvesi olan siyah ve beyaz
biberin aktif bir elementidir. Siyah
biber ham meyvenin fermentasyona
bırakılması ve sonra da kurutulması
ile elde edilir. Beyaz biber ise
olgunlaşmış meyvenin kabugu ve einin
ayrılması ve tohumlarının rutulması
yoluyla elde edilir.
(1) |

Para-HYDROXYPHENOL -2-BUTANON
ve IONON
Bu iki molekül bir karışımda bir
araya gelerek çok hoş bir kokunun
oluşmasına neden olurlar. Olgun
böğürtlen kokusunun nedeni butanondur.
Yeni koparılan taze meyve kokusunun
kaynağı aynı zamanda kurumuş saman
ve menekşa kokusunun kaynağı olan
ionondan gelir. Ionon menekşe yağının
güzel kokusudur.(2) |
 |
 |
FURYLMETHANETHIOL
Bu molekül kahve aromasının kokusunu
verir. Kahvenin uyarıcı etkisi kafeindir.
Kahvenin rengi, mitrojen içeren
organik maddelerin ısınmasıyla kahverengileşme
reaksiyonunun sonucu ortaya çıkar.
Çekirdekler arasında geçici olarak
sıkışan moleküller tat ve uyarmanın
nedenidir.(3) |
 |
KERATIN
Keratin ipek böcekleri ve örümcekler
tarafından salgılanan, katılaşmış
çok değerli bir sıvıdır. İpek polipeptit
zincirle birbirine bağlı amino asitlerden
oluşmaktadır. Zincirler ise hidrojen
bağları ile birbirlerine bağlıdırlar
ve oldukça büzüşük ancak neredeyse
düz levhalar halindedirler. Örümcek
ağlarında da aynı ipek dokusuyla
karşılaşırız.(4) |
|
Günümüzde tat ve kokunun nasıl
algılandığı, nasıl oluştuğu konusu anlaşılabilmiştir,
ama bilim adamları neden bazı maddelerin çok,
bazı maddelerin az koktuğu, neden bazılarının
tatlarının hoş ve bazılarının da kötü olduğu konusunda
bir görüş birliğine varamamışlardır.
Bir düşünelim. Hiçbir kokunun,
hiçbir lezzetin var olmadığı bir dünyada da yaşıyor
olabilirdik. Oysa ki kahverengi ve sadece kendine
has bir kokusu olan topraktan yüzlerce çeşit,
hoş kokulu ve lezzetli meyve, sebze ve binlerce
renk, biçim ve kokuda çiçek çıkmaktadır. Lezzet
ve koku kavramını bilmediğimiz için de, bu algılara
sahip olmayı istemek aklımıza bile gelmezdi. O
zaman bu atomlar bir yandan maddeyi oluşturmak
için olağanüstü bir şekilde bir araya gelirlerken,
neden ayrıca tat ve koku oluşturmak üzere de bir
araya gelirler? Tat ve kokunun var olması insanlar
için temel bir ihtiyaç değildir. Ama muhteşem
bir sanatın ürünü olarak dünyamıza apayrı bir
lezzet katmaktadırlar.
 |
Sağdaki resim kötü bir koku molekülüne,
soldaki ise güzel bir koku molekülüne
aittir. Görüldüğü gibi güzel koku
ile çirkin kokuyu birbirinden
ayıran gözle görülemeyen alemdeki
bu ufacık farklardır. |
|
Diğer canlılarla bir karşılaştırma
yaparsak, kimi canlılar sadece ot, kimileri de
daha farklı maddeler yer. Şüphesiz ki bunların
ne hoş kokuları, ne de hoş lezzetleri vardır,
zaten olsa bile şuura sahip olmayan bu canlılar
için lezzetin bir önemi yoktur. Bizler de gayet
tabii, onlar gibi tek çeşit gıda ile beslenebilirdik.
Ömrünüzün sonuna kadar sadece tek bir çeşit yemek
yeseydiniz ve yalnızca su içseydiniz hayatınız
ne kadar sıradan ve lezzetsiz olurdu değil mi?
Bu açıdan renk ve koku da diğer tüm nimetler gibi,
sonsuz lütuf ve ikram sahibi Allah'ın insana karşılıksız
sunduğu güzelliklerdendir. Yalnızca bu iki algının
var olmaması dahi insanın hayatını büyük ölçüde
tatsızlaştırmaya yeterdi. Kendisine verilen tüm
bu nimetlere karşılık, insana düşen kuşkusuz kendisini
her yönden kuşatmış böyle sonsuz bir ikram karşısında
Rabbi’nin dilediği gibi bir kul olmaya çalışmaktır.
Böyle bir tutum karşısında Rabbi kendisine, bu
dünyada yalnızca birer örneğini sunduğu nimetlerin
çok daha üstünlerini sınırsız bir biçimde barındıran
ebedi bir hayatı vaat etmektedir. Aksine, yani
nankör, umursuz, Rabbi’nden gaflet içinde
geçirilen bir yaşamın karşılığı ise şüphesiz yine
bu tutuma layık adaletli bir karşılık olacaktır:
Rabbiniz şöyle buyurmuştur:’Andolsun,
eğer şükrederseniz gerçekten size arttırırım
ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz,
benim azabım pek şiddetlidir. (İbrahim
Suresi, 7)
Maddeyi Nasıl Algılıyoruz?
Buraya kadar okuduklarımız, madde adını
verdiğimiz şeyin hiç de zannettiğimiz gibi belirli
bir renge, kokuya, şekle sahip bir bütün olmadığını
ortaya koydu. Madde sandığımız şey, yani kendi bedenimiz,
odamız, evimiz, hatta dünya ve tüm evren gerçekte
bir enerji yumağından başka birşey değildir. O zaman,
çevremizdeki bunca şeyi gözle görünür ve elle tutulur
kılan nedir? Çevremizdekileri
madde olarak algılamamızın sebebi, atomların yörüngelerindeki
elektronların fotonlarla çarpışmaları, atomların
birbirlerini itmeleri veya çekmeleridir.
Şu an muhtemelen elinizde tuttuğunuzu
sandığınız mouse'a aslında dokunmuyorsunuz bile...
Gerçekte, elinizin atomları mouse'un atomlarını
itmekte ve bu itmenin şiddetine göre de dokunma
hissiniz gerçekleşmektedir. Çünkü atomların yapısından
bahsedilirken de belirtildiği gibi atomlar birbirlerine
en fazla bir atomun çapı kadar yaklaşabilirler.
Üstelik birbirlerine bu kadar yaklaşabilen atomlar
da ancak birbirleriyle reaksiyona giren atomlardır.
Şu halde, aynı maddenin atomları bile birbirlerine
kesinlikle dokunamazlarken bizler elimizle tuttuğumuz,
sıktığımız veya tutup havaya kaldırdığımız maddeye
asla dokunamayız. Kaldı ki, elimizdeki maddeye
maksimum yaklaşmamız mümkün olsaydı bile, o zaman
da bu maddeyle kimyasal reaksiyona girerdik. Böyle
bir durumda ise insan veya başka bir canlının
bir saniye bile varlığını sürdürmesi söz konusu
olamazdı. Canlı ayak bastığı, oturduğu veya dayandığı
madde ile hemen kimyasal reaksiyona girer ve garip
bir varlık haline dönüşürdü.
Bu durumda ortaya çıkan
manzara son derece düşündürücüdür: Gerçekte,
% 99.95’i boş olan ve neredeyse sadece
enerjiden ibaret atomlardan oluşan bir dünyada
yaşıyoruz.(5)
"Dokunuyoruz ve tutuyoruz"
dediğimiz şeylere de aslında hiçbir zaman dokunamıyoruz.
Peki ya gördüğümüz, duyduğumuz veya kokladığımız
maddeyi ne derece algılıyoruz? Bu maddeler, gerçekte
gördüğümüz, duyduğumuz gibi midir? Kesinlikle
hayır... Elektronlardan ve moleküllerden bahsederken
bu konuyu ele almıştık. Burada tekrar hatırlayacak
olursak; var dediğimiz ve gördüğümüz maddeyi aslında
doğrudan görmemiz asla mümkün değildir. Çünkü
görüyoruz dediğimiz olay aslında Güneş'ten veya
başka bir ışık kaynağından gelen ışık taneciklerinin
(fotonlarının) maddeye çarpması, bu maddenin gelen
ışığın bir kısmını soğurması ve kalanını dışarı
vermesi sonucunda maddeden yansıyarak gözümüze
çarpan fotonların, beynimizde oluşturduğu birtakım
görüntülerdir. Yani gördüğümüz madde ancak bizim
gözümüze yansıyan fotonların taşıdığı bilgiden
ibarettir. Peki bu bilgiler maddeyle ilgili bilginin
ne kadarını bize yansıtır? Dışarıda var olan maddelerin
gerçek halinin bize tam olarak yansıtıldığına,
dair elimizde hiçbir kanıtımız yoktur.
|