YERYÜZÜNÜN ISISI ÇOK ÖZEL BİR ARALIKTA DÜZENLENMİŞTİR
Amerikalı jeologlar Frank Press
ve Raymond Siever de, Dünya yüzeyinin ısısındaki
ince ayara dikkat çekerler. Belirttiklerine göre,
"yaşam sadece çok sınırlı bir ısı aralığında mümkündür
ve bu ısı aralığı Güneş'in ısısı ile mutlak sıfır
arasındaki muhtemel ısıların yaklaşık % 1'lik bir
bölümünü oluşturmaktadır. Dünya'nın ısısı ise tam
bu dar aralıktadır."
Bu ısı aralığının korunması, elbette Güneş ile Dünya
arasındaki mesafe kadar, Güneş'in yaydığı ısı enerjisi
ile de yakından ilişkilidir. Hesaplara göre Dünya'ya
ulaşan Güneş enerjisindeki %10'luk bir azalma yeryüzünün
metrelerce kalınlıkta bir buzul tabakası ile örtülmesiyle
sonuçlanacaktır. Enerjinin biraz artması halinde
ise tüm canlılar kavrularak öleceklerdir.
Dünya'nın ideal olan ısısının, gezegen içinde dengeli
olarak dağıtımı da son derece önemlidir. Nitekim
bu dengenin sağlanması için çok özel bazı tedbirler
alınmıştır. Örneğin, Dünya'nın ekseninin 23 derece
27 dakikalık eğimi, kutuplarla ekvator arasındaki
atmosferin oluşmasında engel oluşturabilecek aşırı
sıcaklığı önler. Eğer bu eğim olmasaydı, kutup bölgeleriyle
ekvator arasındaki sıcaklık farkı çok daha artacak
ve yaşanabilir bir atmosferin var olması imkansızlaşacaktı.
Dünya'nın kendi etrafındaki yüksek dönüş hızı da
ısının dengeli dağılımına yardımcı olur. Dünya sadece
24 saatlik bir süre içinde kendi etrafını dolaşır
ve bu sayede geceler ve gündüzler kısa sürer. Kısa
sürdükleri için de gece ile gündüz arasındaki ısı
farkı çok azdır. Bu dengenin önemi, bir günü bir
yılından daha uzun süren (yani kendi etrafındaki
dönüşü, Güneş etrafındaki dönüşünden daha uzun süren)
ve bu yüzden gece-gündüz arasındaki ısı farkı 1000
oC'yi bulan Merkür ile karşılaştırıldığında görülebilir.
Yeryüzünün şekilleri de ısının dengeli dağılımına
uygun şekilde yaratılmıştır. Dünya'nın ekvatoru
ile kutupları arasında yaklaşık 100 oC'lik bir ısı
farkı vardır. Eğer böyle bir ısı farkı fazla engebesi
olmayan bir yüzeyde gerçekleşmiş olsaydı, hızı saatte
1000 km'ye varan fırtınalar Dünya'yı allak bullak
ederdi. Oysa ki yeryüzü, ısı farkından dolayı ortaya
çıkması muhtemel kuvvetli hava akımlarını bloke
edecek engebelerle donatılmıştır. Bu engebeler,
yani sıradağlar, Çin'de Himalayalar'la başlar, Anadolu'da
Toroslarla devam eder ve Avrupa'da Alpler’e
kadar sıradağlar halinde uzanarak batıda Atlas Okyanusu,
doğuda Büyük Okyanus'la birleşir. Okyanuslarda ise
ekvatorda oluşan fazla ısı, sıvıların ısı farkını
dereceli bir şekilde dengelemesi sayesinde kuzeye
ve güneye doğru aktarılır.
Bu arada Dünya'nın atmosferinde ısıyı sürekli dengeleyen
birtakım otomatik sistemler de var edilmiştir. Örneğin
bir bölge çok fazla ısındığında su buharlaşması
artar ve bulutlar çoğalır. Bu bulutlar ise Güneş'ten
gelen ışınların bir kısmını geri yansıtarak aşağıdaki
havanın ve yüzeyin daha fazla ısınmasını engeller.
Dünya'nın Güneş'e olan uzaklığı,
kendi etrafındaki dönüş hızı, ekseninin eğimi, yeryüzü
şekilleri gibi birbirinden bağımsız pek çok etken,
gezegenin yaşama uygun bir biçimde ısınmasını ve
ısının gezegene dengeli bir biçimde yayılmasını
sağlar.
Dünya ile Güneş arasındaki uzaklığın özel bir tasarım
olduğu gerçeğini kabul etmek istemeyenler şöyle
bir mantık kurarlar: "Evrende Güneş'ten çok daha
büyük ya da daha küçük yıldızlar vardır. Bunların
da pekala kendi gezegen sistemleri olabilir. Bu
yıldızlar eğer Güneş'ten daha büyükse, o zaman yaşam
için ideal gezegen, Dünya ile Güneş arasındaki mesafeden
çok daha uzakta olacaktır. Örneğin bir kırmızı devin
etrafında Pluton'un mesafesinde dönen bir gezegen,
bizim Dünyamız gibi ılık bir atmosfere sahip olabilir.
Böyle bir gezegen, hayat için Dünya kadar uygun
olacaktır."
Bu iddia çok önemli bir yönden geçersizdir: Farklı
kütlelerdeki yıldızların farklı ışınlar yayacağını
hesaba katmamaktadır. Yıldızların yaydıkları ışınların
hangi dalga boylarında olacağını belirleyen etken,
bu yıldızların kütleleri ve kütleleri ile doğru
orantılı olan yüzey sıcaklıklarıdır. Örneğin Güneş'in
yakın mor ötesi, görülebilir ışık ve yakın kızıl
ötesi ışınlar yaymasının nedeni, 6000C° civarında
olan yüzey ısısıdır. Eğer Güneş'in kütlesi biraz
daha büyük olsaydı, yüzey ısısı daha yüksek olurdu.
Bu durumda da Güneş'in yaydığı ışınların enerji
seviyeleri artar ve Güneş öldürücü etkiye sahip
morötesi ışınları çok daha fazla yaymaya başlardı.
Bu durum bizlere, hayatı destekleyecek ışınları
yayabilecek olan yıldızların, mutlaka bizim Güneşimize
çok yakın bir kütleye sahip olması gerektiğini göstermektedir.
Bu yıldızların bir gezegende hayatı destekleyebilmeleri
için de, bu gezegenin tam şu anda Güneş ile Dünya
arasındaki mesafe kadar uzakta olması şarttır. Bir
başka deyişle, bir kırmızı devin, mavi devin, ya
da kütlesi Güneş'ten belirgin olarak farklı başka
herhangi bir yıldızın etrafından dönen herhangi
bir gezegen, hayat için bir barınak oluşturamaz.
Hayatı destekleyecek tek enerji kaynağı Güneş gibi
bir yıldızdır. Hayat için uygun tek gezegen mesafesi
ise Dünya-Güneş mesafesidir.
Ayrıca şunu da belirtmeliyiz ki, evrende dünya gibi
yaşama uygun başka bir gezegen olsa da bu içinde
bulunduğumuz gezegenin mucizevi konumunu değiştirmez.
Dünyanın yörüngesinin, içinde bulunduğu güneş sistemindeki
her gezegenin, uyduların, güneşin, güneş sisteminin
içinde bulunduğu galaksideki uygun yerinin ve yukarıda
saydığımız daha pek çok detayın aynı anda oluşmuş
olması son derece hayranlık uyandırıcı bir gerçektir.
Benzer detayların başka bir yerde daha oluşmuş olması
bu mucizevi durumu değiştirmez, aksine ikinci bir
mucizevi durum daha oluşmuş olur.
Buraya kadar anlatılanlardan anlaşıldığı gibi, Dünya
ve Güneş, aralarındaki uzaklık, yörüngeleri, eğimleri,
yaydıkları ışık, enerji kısacası her türlü detayla
birlikte Allah tarafından insanların yaşamasına
en uygun olacak şekilde yaratılmıştır. Yalnızca
Güneş ile Dünya arasındaki mesafenin tam gereken
ölçüde olması dahi son derece mucizevi bir olayken,
diğer yüzlerce hatta binlerce detayın da tam olması
gerektiği ölçülerde olması kuşkusuz insan aklının
sınırlarını aşan bir olaydır. Böyle muazzam bir
sistemin tesadüflerin eseri olması, şuursuz atomların
oluşturduğu gökcisimlerinin tesadüflerle tam olmaları
gereken yerlere yerleşmeleri, aralarında canlılığın
oluşumuna olanak sağlayacak dengeleri belirlemeleri
ve bunlara uygun sistemler geliştirmeleri elbetteki
mümkün değildir. Tüm bu kusursuz sistemler insanlar
için, Allah'ın üstün kudretinin ve yaratışının birer
delilidir.
Kuran'da Allah'ın yüceliği, evrenin ve dünya üzerindeki
hakimiyeti, tüm bunlar karşısında insana düşenin
şükredici olmak olduğu şöyle bildirilmiştir:
Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri
yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü,
durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe,
aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir.
Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca)
O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.
(Araf Suresi, 54)
Güneşi ve ayı hareketlerinde sürekli emrinize amade
kılan, geceyi ve gündüzü de emrinize amade kılandır.
Size her istediğiniz şeyi verdi. Eğer Allah'ın nimetini
saymaya kalkışırsanız, onu sayıp-bitirmeye güç yetiremezsiniz.
Gerçek şu ki, insan pek zalimdir, pek nankördür.
(İbrahim Suresi, 33-34)
|
|