Terleyerek Soğumak
Yukarıda suyun termal özelliklerinden söz
ederken sıraladığımız ikinci ve üçüncü maddeler,
yani suyun gizli ısısının ve termal kapasitesinin
tüm diğer sıvılardan yüksek olması da, bizim için
çok önemlidir. Bu özellik, çoğu insanın neye yaradığını
bilmediği çok önemli bir vücut işlevimizin temel
anahtarıdır. Bu işlev, terlemedir. Gerçekten
de, terleme neye yarar?
Bunu incelemek
için hikayeyi konuyu biraz daha baştan almak gerekir.
Bütün memeli canlılar, aşağı yukarı aynı vücut
sıcaklığına sahiptirler. 35-40°C arasında değişen
bu sıcaklık, insanlarda da normal şartlarda 37°C
civarındadır. Bu çok hassas bir ısıdır ve mutlaka
sabit tutulması gerekir. Vücut sıcaklığı birkaç
derece düştüğünde donma tehlikesi ile karşı karşıya
geliriz. Birkaç derece yükseldiğinde ise ciddi
biçimde güçten düşeriz. Vücut ısısının 40°C'nin
üzerine çıkması ise, ölüm tehlikesi anlamına gelir.
Kısacası vücudumuzun
ısısı ancak birkaç derece oynayabilecek kadar
hassas bir dengeye sahiptir.
Ama vücudumuzun
bu noktada önemli bir sorunu vardır: Sürekli olarak
hareket etmektedir. Bütün fiziksel hareketler,
makinaların çalışmaları da dahil, enerji üretimi
gerektirirler. Enerji üretimi de her zaman için
ısı açığa çıkarır. Bu ısıyı kolaylıkla hissedebilirsiniz
de. Bu kitabı bir kenara bırakıp, kızgın Güneş'in
altında 10 kilometre koşup geri gelirseniz, vücudunuzun
ısındığını çok açık olarak hissedersiniz.
Ama aslında
yine de fazla ısınmazsınız.
Isının birimi
kaloridir. Normal bir insan 10 kilometrelik yolu
bir saat içinde koştuğu zaman, yaklaşık 1000 kalorilik
bir ısı açığa çıkarır. Eğer koşu sırasında bu
ısı vücuttan atılmasa, koşan kişinin vücut ısısı
o kadar artacaktır ki, koşucu daha birinci kilometrenin
içinde komaya girecektir.
İşte bu büyük
tehlike, suyun sahip olduğu iki özellik sayesinde
engellenir.
Bu özelliklerin
birincisi, suyun yüksek termal kapasitesidir.
Yani suyun ısısını artırmak için çok yüksek kalori
gerekir. Bu sayede, % 70'i sudan oluşan vücudumuz
çok hızlı bir şekilde ısınmaz. Örneğin bizim vücut
ısımızı 10°C arttıracak olan bir hareket, eğer
vücudumuz temel olarak alkolden oluşsa, ısımızı
20°C arttıracaktır. Diğer maddeler daha da vahimdir:
Tuz 50°C, demir 100°C, kurşun ise 300°C'lik artışlar
yaşatacaktır. Ama suyun yüksek termal kapasitesi,
bizi bu gibi korkunç ısı değişimlerinden korur.
Suyun termal
özellikleri, vücutta oluşan fazla
ısıdan terleme yoluyla kurtulmamızı
sağlar. |
 |
Vücut, açığa çıkan
ısı karşısında kendisini serinletmek
için terleme mekanizmasını kullanır.
Terleme sırasında deriye yayılan
su, hızla buharlaşır. Bu buharlaşma
sırasında ise, gizli ısısı çok yüksek
olduğu için, yüksek ısıya ihtiyaç
duyar. Bu ısıyı vücudumuzdan çekip
alır ve böylece bizi soğutmuş olur.
Bu soğutma o kadar etkilidir ki,
bazen üşütmeye bile neden olabilir.
Ancak başta da belirttiğimiz gibi
10°C'lik bir artış bile bizim için
ölümcüldür. Bunu gidermek içinse,
suyun diğer bir özelliği, yani gizli
ısısının yüksekliği devreye girer. |
|
Bu sayede, üstte ele aldığımız 10 kilometre
koşucusu, sadece bir litre terinin buharlaşması
sayesinde, vücut ısısını 6°C düşürür. Ne kadar
fazla enerji harcarsa vücut ısısı o kadar artacak,
buna karşılık o kadar fazla terleyip-soğuyacaktır.
Vücudun bu mükemmel termostat sistemini mümkün
kılan etkenlerin başında ise, suyun termal özellikleri
gelmektedir. Başka hiçbir sıvı su gibi iyi terletemez.
Eğer su yerine başka bir sıvı, örneğin alkol kullanılsa,
sıcaklık 6°C değil, sadece 2.2°C düşecektir. Amonyak
ise 3.6°C'lik bir düşüş sağlayabilir.
Olayın çok
önemli bir başka yönü daha vardır. Eğer vücudun
içinde oluşan ısı, yüzeye, yani deriye aktarılamazsa,
suyun sözünü ettiğimiz bu iki özelliği ve buna
dayalı terleme sistemi yine de bir işe yaramayacaktır.
Bu nedenle, vücudun yapısının, ısıyı çok hızlı
iletebilir olması gerekir. İşte bu noktada suyun
bir diğer özelliği devreye girer: Su, diğer bilinen
tüm sıvıların aksine, çok yüksek bir termal iletkenliğe,
yani ısıyı iletebilme yeteneğine sahiptir. Bu
sayede vücut, içinde oluşan yüksek ısıyı hızla
deriye taşır. (Hatta bunun için deriye yakın olan
kan damarları genişler ve biz de bu yüzden ısındığımız
zaman kızarırız.) Eğer suyun termal iletkenliği
birkaç kat kadar daha az olsa, vücutta oluşan
ısının yüzeye taşınması çok yavaşlayacak, bu da
yine memeliler gibi kompleks canlıların yaşamını
imkansız hale getirecektir.
Tüm bunlar,
suyun birbirinden farklı üç termal özelliğinin
ortak bir amaca, yani insan gibi kompleks canlıların
serinletilmesine hizmet ettiğini göstermektedir.
Su, bu iş için seçilmiş özel bir sıvıdır.
Ilık Bir
Dünya
Suyun, Henderson'ın The Fitness
of the Environment (Çevrenin Uygunluğu) adlı kitabında
dikkat çekilen beş farklı termal özelliği, aynı
zamanda Dünya'nın ılık ve dengeli bir iklime sahip
olmasında da büyük rol oynar. Suyun
gizli ısısının ve termal kapasitesinin diğer sıvılara
göre çok yüksek olması, denizlerin karalara göre
daha geç ısınıp daha geç soğumalarını sağlar.
Bu nedenle Dünya'da kara üzerindeki ısı farklılıkları
en sıcak yer ile en soğuk yer arasında 140°C'ye
kadar çıkarken, denizlerin ısı farklılığı en fazla
15-20°C arasında değişir. Aynı durum gece-gündüz
arasındaki ısı farkında da yaşanır. Karada gece
ile gündüz arasındaki fark kurak ortamlarda 20-30°C'ye
kadar çıkarken, denizlerde en fazla birkaç derecelik
bir ısı farkı olur. Sırf denizler değil, atmosferdeki
su buharı da çok büyük bir denge sağlamaktadır.
Gece-gündüz arasındaki ısı farkının, su buharının
çok az bulunduğu çöllerde çok fazla, deniz iklimi
yaşayan yerlerde ise çok daha az olması, bunun
bir sonucudur.
|
|
Denizlerdeki büyük su kitlesi, Dünya’nın
ısısının dengelenmesini sağlar.
Bu nedenle denize yakın bölgelerde,
özellikle sahillerde, gece ile
gündüz arasındaki ısı farkları
çok azdır. Suya çok uzak olan
çöl bölgelerinde ise, gece ile
gündüz arasındaki ısı farkı 40oC’ye
kadar çıkabilir. |
|
Suyun bu kendine
özgü termal özellikleri sayesinde, kış ile yaz
ya da gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkı
daima insanların ve diğer canlıların dayanabileceği
bir sınırda kalmaktadır. Dünya üzerindeki su miktarı
karalara oranla daha az olmuş olsaydı, gece ile
gündüz sıcaklıkları arasındaki fark çok artacak,
karaların büyük kısmı çöle dönecek ve yaşam imkansızlaşacak
ya da en azından çok zorlaşacaktı. Ya da suyun
termal özellikleri farklı olsaydı, yine yaşama
son derece elverişsiz bir gezegen ortaya çıkacaktı.
Henderson,
suyun tüm bu termal özelliklerini inceledikten
sonra şu yorumu yapar:
Özetlemek
gerekirse, suyun bu özelliği üç yönden büyük önem
taşımaktadır. Öncelikle, Dünya'nın ısısını düzenlemeye
ve dengelemeye yarar. İkincisi, canlıların bedenlerinin
ısı dengesinin mükemmel bir biçimde korunmasını
sağlar. Üçüncüsü, meteorolojik çevirimleri destekler.
Tüm bu etkiler, olabilecek en yüksek uygunlukta
gerçekleşmektedir ve başka hiçbir madde bu yönden
su ile karşılaştırılamaz.(1)
Yüksek Yüzey Gerilimi
Suyun şimdiye dek ele
aldığımız tüm özellikleri, termal, yani ısıyla ilgili
özelliklerdir. Ancak suyun diğer bazı önemli fiziksel
özellikleri de vardır ve bunlar da yaşam için yine
olağanüstü derecede uygundur. Bu
özelliklerin biri, suyun son derece yüksek olan
yüzey gerilimidir. Yüzey gerilimi, ansiklopedik
kaynaklarda "sıvıların yüzeyinin gerilmiş bir
zar gibi davranması özelliği" diye tarif edilir.
Bunun nedeni, sıvıyı oluşturan moleküllerin birbirlerini
çekmeleridir.
 Bitkiler, suyun yüksek yüzey geriliminden
yararlanacak şekilde tasarlanmışlardır.
Yüzey gerilimin tırmandırıcı
etkisi sayesinde, suyu metrelerce
yukarıdaki yapraklarına ulaştırabilirler. |
Yüzey
geriliminin örneklerini en çok
suda görürüz. Suyun yüzey gerilimi
çok yüksek olduğu için, birtakım
ilginç fiziksel olaylar yaşanır.
Örneğin bir su kabı, kabın yüksekliğinden
biraz daha yüksek bir su kütlesini
taşırmadan taşıyabilir. Ya da
metal bir iğne suyun üzerine
dikkatli bir biçimde yatay olarak
konduğunda, batmadan yüzebilir.
Suyun yüzey gerilimi,
bilinen diğer sıvıların hemen
hepsinden daha yüksektir ve
bunun çok önemli bazı biyolojik
etkileri vardır. Bitkilerdeki
etki, bunların başında gelir.
Bitkilerin, hiçbir
pompaları, kas sistemleri vs.
olmadan, toprağın derinliklerindeki
suyu metrelerce yukarı taşıdıklarını
düşündünüz mü? Bu sorunun cevabı,
yüzey gerilimidir. Bitkilerin
köklerindeki ve damarlarındaki
kanallar, suyun yüzey geriliminden
yararlanacak şekilde tasarlanmışlardır.
Yukarı doğru gidildikçe daralan
bu kanallar, suyun yukarı doğru
"tırmanmasına" neden olurlar.Bu
üstün tasarımı mümkün kılan
şey, biraz önce belirttiğimiz
gibi suyun yüksek yüzey gerilimidir.
Eğer suyun yüzey gerilimi diğer
sıvıların çoğu gibi düşük düzeyde
olsa, geniş karasal bitkilerin
yaşaması fizyolojik olarak imkansız
hale gelecektir. |
|
Yüksek yüzey geriliminin bir başka önemli
etkisi ise, kayaların parçalanmasıdır. Su, yüksek
yüzey gerilimi nedeniyle, kayaların içinde bulunan
küçük çatlakların en derinliklerine kadar sızar.
Daha sonra havalar soğur ve sular donar. Donup buza
dönüşen su, olağanüstü bir etki gösterip genleştiği
için, kayaları zorlar ve zamanla parçalar. Bu, kayaların
içindeki minerallerin doğaya kazandırılması ve aynı
zamanda toprak oluşumu açısından hayati bir öneme
sahiptir.
Suyun
Kimyasal Özellikleri
Suyun tüm bu fiziksel özelliklerinin
yanısıra, kimyasal özellikleri de yaşam için olağanüstü
derecede idealdir. Bu özelliklerin başında, suyun
çok iyi bir çözücü olması gelir. Neredeyse tüm kimyasal
maddeler, suyun içinde uygun bir biçimde çözünürler.
Bunun
yaşam için çok önemli bir etkisi, suda çözünen
sayısız yararlı mineral ve benzeri kimyasalların,
nehirler aracılığıyla denizlere aktarılmasıdır.
Bu şekilde denizlere, yılda 5 milyar ton kimyasal
madde taşındığı hesaplanmaktadır. Bu maddeler,
sudaki yaşam için zorunludurlar.
Suyun yüksek akışkanlık değeri,
bizim için hayati öneme sahiptir.
Eğer suyun akışkanlık değeri biraz
bile az olsaydı, kanın kılcal
damarlar yoluyla taşınması imkansızlaşacaktı.
Örneğin, karaciğerin yanda görülen
karmaşık damar ağı hiçbir zaman
kurulamayacaktı. |
|
Suyun yüksek akışkanlık değeri,
tüm canlılar için zorunludur. Bitkiler
de, yandaki yaprakta görüldüğü gibi,
suyu çok ince damarlarla taşırlar. |
Su, neredeyse bilinen
tüm kimyasal reaksiyonları hızlandırır
(katalize eder.) Suyun bir başka
kimyasal özelliği ise, kimyasal
reaktifliğinin ideal düzeyde olmasıdır.
Su ne sülfürik asid gibi aşırı derecede
reaktif ve dolayısıyla parçalayıcı
bir bileşim, ne de argon gibi hiçbir
reaksiyona girmeyen durgun bir maddedir.
Michael Denton'ın belirttiği gibi,
"suyun reaksiyona girme düzeyi,
onun hem biyolojik hem de jeolojik
görevleri açısından olabilecek en
uygun değerdedir".
Suyun kimyasal özelliklerinin yaşam
için uygunluğu, su hakkında yapılan
her yeni araştırma ile biraz daha
detaylı bir biçimde ortaya çıkmaktadır.
Yale Üniversitesi'nden ünlü biyofizik
profesörü Harold Morowitz, bu konuda
şu yorumu yapar: |
|
Son yıllarda, suyun daha önceden bilinmeyen
bir özelliğinin anlaşılmasına yarayan gelişmeler
olmuştur. Bu özelllik (proton iletkenliği), sadece
suya has bir özellik olarak gözükmektedir ve biyolojik-enerji
transferi ile hayatın kökeni açısından çok büyük
öneme sahiptir. Bilgilerimizde arttıkça, doğanın
(yaşam için) kusursuz uygunluğuna olan hayranlığımız
da artmaktadır.(2)
Suyun İdeal Akışkanlık Değeri
Sıvı dendiğinde hepimizin gözünün önünde
son derece akışkan bir madde canlanır. Oysa gerçekte
sıvıların akışkanlıkları birbirinden çok farklı
olabilir. Örneğin katran, gliserol, zeytin yağı
ve sülfürik asit arasındaki akışkanlık farklılıkları
çok yüksektir. Bu sıvılar su ile karşılaştırıldıklarında
ise, ortaya çok daha büyük farklar çıkar. Çünkü
su, katrandan 10 milyar kat, gliserolden bin kat,
zeytin yağından yüz kat ve sülfürik asitten de 25
kat daha akışkandır. Su,
üstteki karşılaştırmadan da anlaşıldığı gibi,
çok yüksek bir akışkanlığa sahiptir. Hatta, eter
ve sıvı hidrojen gibi normal formu gaz olan maddeler
bir kenara bırakılırsa, suyun tüm sıvılar içinde
akışkanlık değeri en yüksek madde olduğunu söyleyebiliriz.
Peki acaba
suyun bu akışkanlık değerinin bizim için bir önemi
var mıdır? Bu hayati sıvı, biraz daha az ya da
fazla akışkan olsa, bizim için fark eder miydi?
Michael Denton bu sorulara şöyle cevap verir:
Eğer akışkanlığı daha yüksek
olsaydı, su, hayat için uygun bir temel olma özelliğini
kesinlikle yitirirdi. Örneğin akışkanlığı sıvı
hidrojen kadar yüksek olsaydı, canlıların yapıları,
tahrip edici etkiler karşısında çok daha şiddetli
hareketlere maruz kalacaktı... Hassas moleküler
yapıların su tarafından desteklenmesi mümkün olmayacak,
canlı hücresinin son derece hassas olan yapısı
yaşamını sürdüremeyecekti...
Öte yandan,
suyun akışkanlığı biraz daha az olsaydı, (proteinler,
enzimler gibi) makromoleküllerin ve özellikle
mitokondri gibi özelleşmiş yapılar ile küçük
organellerin kontrollü hareketleri imkansız
hale gelecekti. Aynı şekilde hücre bölünmesi
de imkansızlaşacaktı. Hücrenin tüm yaşamsal
faaliyetleri fiili olarak donacak ve bizim bildiğimize
benzer bir hücre yaşamı mümkün olmayacaktı.
Hücrelerin embriyogenez (anne rahmindeki gelişim)
sırasındaki hareket etme ve sürünme yeteneklerine
bağlı olan daha yüksek organizmaların gelişimi
ise, suyun akışkanlığının çok az bile daha düşük
olması durumunda, kesinlikle gerçekleşemeyecekti.(3)
Suyun akışkanlık değeri, sadece hücre içindeki
hareketler bakımından değil, aynı zamanda dolaşım
sistemi açısından da çok önemlidir. Bir
milimetrenin çeyrekte birinden daha büyük bir
vücuda sahip olan tüm canlılar, merkezi bir dolaşım
sistemine sahiptirler. Çünkü bu büyüklükten sonra,
besinlerin ve oksijenin "difüzyon" yoluyla, yani
doğrudan hücre içindeki sıvıya bırakılıp alınarak
taşınması mümkün değildir. Vücudun içinde çok
sayıda hücre vardır ve dışarıdan alınan havanın
ve enerjinin, hücrelere birtakım "kanallar" yoluyla
pompalanması, artıkların da başka birtakım "kanallar"
tarafından toplanması gereklidir. Bu kanallar,
damarlardır. Kalp ise bu damarlardaki akışı sağlayan
pompadır. Damarların içinde akan şey ise, "kan"
olarak bildiğimiz sıvıdır ki, aslında temel olarak
sudan oluşur. (Kanın içindeki hücre, protein ve
hormonlar çıkarıldığında geriye kalan ve "plazma"
adı verilen sıvının % 95'i sudur.)
İşte bu nedenle,
suyun akışkanlığı, dolaşım sisteminin verimli
çalışabilmesi açısından çok önemlidir. Örneğin
eğer suyun akışkanlığı katranınkine benzer bir
değerde olsa, elbette hiçbir kalp bunu pompalayamayacaktır.
Katranınkinden 100 milyon kat yüksek bir akışkanlık
değerine sahip olan zeytinyağına benzer bir su
bile, kalp tarafından pompalansa dahi, vücudun
her tarafını kaplayan milyarlarca kılcal damarın
içine giremeyecek ya da çok büyük bir akış zorluğu
ile karşılaşacaktır.
Bu kılcal damarlar
konusunu biraz daha yakından ele alalım. Kılcal
damarların amacı, vücudun dört bir yanındaki hücrelerin
her birine gerekli oksijen, enerji, besin, hormon
gibi maddeleri taşıyabilmektir. Bir hücrenin bir
kılcal damardan yararlanabilmesi için de, ondan
en fazla 50 mikronluk bir mesafe kadar uzak olması
gerekir. (Bir mikron, milimetrenin binde biridir.)
Daha uzakta kalan hücreler, beslenemeyerek öleceklerdir.
İşte bu nedenle
insan vücudu öyle bir şekilde yaratılmıştır ki,
kılcal damarlar vücudun her bir parçasını ağ gibi
sarar. Vücudumuzdaki ortalama 5 milyar kılcal
damarın toplam uzunluğu 950 km. yi bulur. Bazı
memelilerde, tek bir santimetrekarelik bir kas
alanı içinde, 3000 tane açık kılcal damar yer
alır. Eğer insan vücudunun en küçük kılcal damarlarının
10 bin tanesini yan yana getirirsek, toplam kalınlıkları
ancak bir kurşun kalemin kurşun kısmı kadar olur.
Bu kılcal damarların çapı, 3-5 mikron arasında
değişir. Bu, milimetrenin binde üçü ya da beşi
demektir.
Ancak elbette
kanın bu kadar daracık damarlar arasında tıkanmadan
ve ağırlaşmadan hareket edebilmesi, suyun yüksek
akışkanlığı sayesinde mümkün olmaktadır. Michael
Denton, bu akışkanlığın birazcık bile daha düşük
olması durumunda hiçbir kan dolaşımı sisteminin
işe yaramayacağını şöyle anlatır:
Bir kılcal damar
sistemi, ancak kanalların içine pompalanan sıvının
yüksek bir akışkanlığa sahip olması durumunda
çalışır. Yüksek akışkanlık çok önemlidir, çünkü
sıvının damar içindeki hareketi, sıvının akışkanlığına
doğru orantı ile bağlıdır... Buradan açıklıkla
görmek mümkündür ki, eğer suyun akışkanlığı sadece
birkaç kat daha fazla olsa, kılcal damarlardaki
kan akışı için çok büyük bir pompalama basıncı
gerekecek ve herhangi bir kılcal damar sistemi
işlemez hale gelecektir.
Eğer suyun
akışkanlık değeri biraz az olmuş olsa ve en
küçük kılcal damarın çapı 3 mikron yerine 10
mikron olmak zorunda kalsa, bu kılcal damarlar,
yeterli oksijen ve glikoz oranını ulaştırabilmek
için (beslemeleri gereken) kas dokusunun neredeyse
tamamını kaplayacaklardır. Açıktır ki, (bu durumda)
geniş yaşam formlarının dizaynı imkansız hale
gelecek ya da olağanüstü derecede sınırlanacaktır.
Dolayısıyla,
suyun hayata uygun bir temel olabilmesi için,
akışkanlığının şu anda sahip olduğu değere çok
çok yakın olması, zorunludur.(4)
Bir başka deyişle, suyun
tüm diğer özellikleri gibi akışkanlığı da, yaşam
için olabilecek en ideal değerdedir. Sıvıların
akışkanlıkları arasında milyarlarca kat farklılıklar
vardır. Ama su, bu milyarlarca farklı akışkanlık
değeri içinde tam olması gereken değerle yaratılmıştır.
Sonuç
Bu bölüm başından bu yana incelediğimiz
tüm bilgiler, suyun; termal özelliklerinin, kimyasal
ve fiziksel özelliklerinin, akışkanlık değerinin
yaşam için tam olması gereken şekilde olduğunu göstermektedir.
Su yaşam için o kadar uygundur ki, bazen bu uygunluğu
korumak adına doğa kanunlarına istisna oluşturmaktadır.
Örneğin, bilinen tüm sıvıların aksine, + 4°C soğukluktan
sonra beklenmedik bir biçimde genleşmeye başlamakta
ve böylece buzun yüzmesini sağlamaktadır. Su,
başka hiçbir sıvıyla kıyaslanamayacak kadar yaşama
uygundur. Dahası, Dünya gibi tüm diğer şartları
(ısısı, ışığı, elektromanyetik alanı, atmosferi,
yüzeyi vs. ile) yaşama uygun olan bir gezegenin
büyük bölümü, yaşam için tam gerekli miktarda su
ile doldurulmuştur. Tüm bunların bir rastlantı olamayacağı
ve ortada bir tasarım bulunduğu apaçıktır.
Bir başka deyişle, suyun tüm
fiziksel ve kimyasal özellikleri, bu sıvının insan
yaşamı için özel olarak yaratıldığını göstermektedir.
İnsan yaşamı için özel olarak yaratılmış olan Dünya,
yine insan yaşamına temel oluşturması için özel
olarak yaratılan bu suyla canlandırılmıştır. Allah,
suyla bize hayat vermiş, yediğimiz her türlü besini
suyla topraktan bitirmiştir. İşin
en önemli yanı ise, modern biliminin ortaya çıkardığı
bu gerçeğin, yine, 14 asır önce insanlara yol gösterici
olarak vahyedilen Kuran'da verilen bilgiler oluşudur.
Allah, Kuran'da insanlara su hakkında şöyle buyurmuştur:
Sizin için gökten su indiren O'dur; içecek
ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda
otlatmaktasınız. Onunla sizin için ekin, zeytin,
hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden
bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk
için ayetler vardır. (Nahl Suresi, 10-11) |