AFETLER
Üzerinde yaşadığımız dünya, biz hiç farkında olmasak
da, içerden ve dışardan pek çok tehdit unsuruyla doludur. Göktaşları,
karadelikler, kuyruklu yıldızlar, dıştaki tehdit unsurlarının sadece
bir bölümüdür. Diğer yandan, dünyanın derinliklerine doğru inildikçe
binlerce derece sıcaklıktaki sıvı tabakaya rastlanır. Öyle ki dünyayı
"ayağımızın altında içi kaynayan bir küre" olarak tanımlamak hiç
de yanlış olmaz. Bunların dışında dünyayı çepeçevre kuşatan koruyucu
bir atmosfer vardır. Ancak atmosferin koruyuculuğunun yanında bir
de son derece kuvvetli etkileri olan atmosfer olayları mevcuttur;
rüzgarlar, fırtınalar, tayfunlar…
Tüm bu tehdit unsurları zaman zaman etkili olmakta;
bunların sonucunda da can ve mal kaybıyla sonuçlanan ve doğal afetler
olarak adlandırılan olaylar gerçekleşmektedir. Başta depremler olmak
üzere, volkan patlamaları, seller, dev dalgalar, hortumlar, fırtınalar,
büyük yangınlar birbirlerinden farklı şiddet ve etkilere sahiptirler.
Ortak yönleri ise oldukça kısa bir zaman içinde bir şehri, orada
yaşayan insanları ve diğer tüm canlıları yok edebilmeleri ve büyük
hasarlara yol açabilmeleridir. En önemlisi de insanların bu zararları
engellemeye kesinlikle güç yetirememeleridir.
Bu felaketlerin tümü, insanların çok iyi bildikleri
ama karşılaşmadıkları sürece akıllarına getirmek istemedikleri gerçeklerdir.
Dünya üzerindeki yaşam öyle uygun dengeler üzerine ayarlanmıştır
ki, bu tarz olaylar çok büyük alanlarda etkili olmaz. İnsanlar da
dahil olmak üzere tüm canlılar için adeta özel bir koruma mevcuttur.
Ama bu korumanın yanısıra Allah, zaman zaman insanlara, yaşadıkları
mekanın ne derece güvensiz olabileceğini de göstermektedir. Bahsettiğimiz
afetleri meydana getirerek, üzerinde yaşadıkları gezegene hiçbir
hakimiyetleri olmadığını onlara hatırlatmaktadır. Kendi acizliklerini
kendilerine göstermekte ve bütün bunlar öğüt alıp aklını kullanabilenler
için birer düşünme nedeni olmaktadır.
Peki bunun dışında insanların bu olaylardan çıkarmaları
gereken sonuçlar nelerdir?
Daha önce de üzerinde durduğumuz gibi dünya, insanların
denenmesi, Allah'a iman edenlerle etmeyenlerin ayrılması için özel
olarak yaratılmış bir imtihan yeridir. Allah bu gerçeği
"… amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için
gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur..." (Hud Suresi, 7) ayetiyle
haber vermiştir.
Dünya için olan bu özel imtihan ortamı son derece
eksiksiz hazırlanmıştır; öyle ki karşılaşılan her olay belirli sebeplerle
meydana gelir. Her detay sebep-sonuç ilişkileri içerisinde gerçekleşir.
Örneğin, insanların yeryüzü üzerinde durabilmesi yerçekimi kanunuyla
açıklanır; yağmurun yağması bulutlar ve rüzgar sayesinde gerçekleşir;
ölüm, kaza veya hastalık mutlaka bir sebeple oluşur… Kuşkusuz
bu tarz sebep sonuç ilişkilerini sayfalarca sıralayabiliriz. Ancak
burada önemli olan bunların sayısı değil, ne derece "inandırıcı"
bir sistem oluşturduklarıdır.
Bu sistemin bir özelliği de, her olayın insan mantığının
kavrayabileceği şekilde gelişmesidir. Örneğin, Allah zaman zaman
insanları doğal afetler yoluyla uyarabilir. Bu tarz bir olayda,
mesela bir depremi düşünelim; pek çok insan ölebilir veya yaralanabilir.
Bunların arasında gençler ve yaşlılar, erkekler ve kadınlar, hatta
çocuklar olabilir. Tüm bunlar son derece "doğal" görünür ve gafil
olan insan, bu afetlerin Allah tarafından özel bir amaca yönelik
olarak yaratıldığını fark etmez. Şimdi düşünelim; eğer böyle olmasaydı
ve bir depremden yalnızca Allah'a karşı suç işleyen kişiler etkilenseydi
ne olurdu? Kuşkusuz imtihan ortamı tamamen yok olurdu. Ama Allah
böyle bir şeye izin vermemiş ve yukarıda da belirttiğimiz gibi dünyada
gerçekleşen her olayı son derece "doğal" görünümlü bir mizansende
hazırlamıştır. Bu "doğal" görünümlü olayların ardında bir amaç ve
hikmet olduğu, ancak Allah'ın farkında olan ve derin bir kavrayışa
sahip olan müminler tarafından fark edilir.
Ayrıca Allah "Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle
de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize döndürüleceksiniz"
(Enbiya Suresi, 35) ayetiyle tüm insanları zaman zaman iyi
ve kötü olaylarla deneyeceğini bildirmiştir. Bir olay olduğunda
o ortamdaki pek çok insanın bundan etkilenmesi elbette imtihanın
bir sırrıdır. Unutulmamalıdır ki Allah sonsuz adalet sahibidir ve
O, sonsuz adaletiyle her insana yaptığının tam karşılığını ahirette
verecektir. Bu dünyada insanların başlarına gelen olaylar yalnızca
bir denemedir. Sabredenlerin de, denendiklerini fark edemeyenlerin
de karşılığı eksiksiz olarak ödenecektir. Nitekim Allah'a gönülden
bağlı, O'nun yüceliğini hakkıyla takdir edebilen insanlar dünyanın
bu sırrını kavramışlardır. Başlarına bir musibet geldiğinde hemen
Allah'a yönelir ve tevbe ederler. Çünkü Allah'ın Kuran'daki şu vaadini
bilirler:
Andolsun, biz sizi biraz korku,
açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle
imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. Onlara bir musibet
isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a aitiz ve şüphesiz O'na
dönücüleriz." Rablerinden bağışlanma (salat) ve rahmet bunların
üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır. (Bakara Suresi, 155-157)
Yukarıdaki ayetlerde de bildirildiği gibi inanan
veya inanmayan tüm insanlar bazı olaylarla denenirler. Kimi zaman
doğal bir afet, kimi zaman günlük hayattan bir olay, kimi zaman
birtakım eksiklikler veya hastalıklar; dünyada insanlardan hiç uzak
olmayan gerçeklerdir. Bu tarz belalar kimi zaman şahısları, kimi
zaman ise toplumları etkileyebilecek düzeyde meydana gelirler ve
insanları hem maddi hem manevi yönden etkileyebilirler. Örneğin,
refah ve bolluk içinde yaşayan kişilerin iflas etmesi, son derece
güzel bir insanın bir kaza sonucu yüzünün bakılamayacak hale gelmesi
veya tedavisi olmayan bir hastalığa yakalanması, ani bir fırtınayla
bir şehrin zarar görmesi zaman zaman rastlanan ve dünya hayatının
"pamuk ipliği"ne bağlı olduğunu gösteren olaylardır.
Önemli olan, insanların bu olaylardan almaları
gereken dersi kavrayabilmeleridir. Çünkü Allah'ın insanlara, maddi
ve manevi zarar veren olaylarla hatırlatmalar yapması, o insanların
bulundukları sapkın durumdan kurtulmaları, Allah'ın dosdoğru yoluna
girmeleri için kendilerine verilen bir mesajdır. Allah, insanlara
yaşatılan bu felaketlerin de dünya üzerindeki hiçbir şey gibi boşuna
yaratılmadığını, bunların insanlar için birer "hatırlatıcı" olduklarını
göstermektedir. Allah Kuran'da hiçbir olayın kendi izni olmadan
gerçekleşemeyeceğini bize şöyle bildirmiştir:
Allah'ın izni olmaksızın hiçbir
musibet (hiç kimseye) isabet etmez. Kim Allah'a iman ederse, onun
kalbini hidayete yöneltir. Allah, herşeyi bilendir. (Teğabün Suresi,
11)
Allah'ın izni olmaksızın hiçbir
nefis için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır. Kim
dünyanın yararını (sevabını) isterse ona ondan veririz, kim ahiret
sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri pek yakında
ödüllendireceğiz. (Al-i İmran Suresi, 145)
Tüm bunların yanısıra karşılaşılan zorlukların
bir hikmeti de şudur: Kendini dünyada güç sahibi gören insan, Allah'ın
dilemesi ile bir anda gerçekleşen afetler karşısında, ne derece
aciz olduğunu fark eder. Ne kendine, ne de etrafındaki insanlara
yardım etmeye güç yetiremez. Herşey Allah'ın elindedir; O'ndan başka
zarar veya yarar vermeye gücü yeten kimse de yoktur. Bu gerçek insanlara
şöyle bildirilmiştir:
Şayet Allah sana bir zarar dokunduracak
olursa, O'ndan başka bunu giderecek yoktur. Sana bir iyilik dokunduracak
olursa da O, herşeye güç yetirendir. (Enam Suresi, 17)
Bu bölümde şimdiye kadar dünya üzerinde karşılaşılmış
olan çeşitli afetleri tüm etkileriyle anlatacağız. Ki böylece insanların
tutkuyla bağlı oldukları dünyanın körü körüne bağlanacak bir yer
olmadığını ve asıl yaşamın ahiret hayatı olduğunu hatırlatalım.
Gözler önüne sereceğimiz bu gerçekler aynı zamanda, meydana gelen
afetler esnasında ve sonrasında, insanların içine düştükleri çaresizliği
kendilerine göstermektedir. Bu çaresizlik, Allah'ın gücü karşısında
insanların hiçbir gücü olamayacağının ve Allah'tan başka dost ve
yardımcıları da olmadığının ifadesidir.
DEPREMLER
Depremler, doğa olayları içinde en zarar verici
etkiye sahip olan ve insanları en çok tehdit edenlerden biridir.
Yapılan tespitlere göre dünya üzerinde yaklaşık iki dakikada bir
deprem olmaktadır. Hesaplayacak olursak, bir sene içinde dünyada
meydana gelen deprem sayısının milyonları bulabildiği ortaya çıkar.
Bunların ortalama üç yüz bin tanesi hissedilecek kadar kuvvetli,
yirmi tanesi ise bir şehri yıkacak güçte depremlerdir. Fakat her
zaman kalabalık nüfuslu bölgelere rastlamadıkları için büyük bir
zararla sonuçlanmazlar. Her yıl oluşan depremlerin, yaklaşık olarak
yalnızca beş tanesi yıkıma ve ölüme sebebiyet vermektedir.
Yukarıda verilen bilgiler ışığında, insanların
depremlerle çok fazla yüzyüze gelmedikleri anlaşılmaktadır. Yaklaşık
her iki dakikada bir dünyanın herhangi bir yerinde deprem olmasına
rağmen, bu depremlerin şiddeti öylesine hassas ayarlanmıştır ki;
kimi zaman insanlar bunların varlığından bile haberdar olmazlar.
Elbette bu, Allah'ın insanlar üzerindeki korumasının açık bir delilidir.
Günümüzde depremler en fazla tek bir şehir ve o
şehrin çevresindeki belirli bölgelerde hissedilmektedir. Oysa Allah'ın
dilemesi ile bütün dünyayı etkileyecek şiddette, yaşamın son bulmasına
neden olacak, yeryüzünü yerle bir edecek bir sarsıntının olması
da oldukça kolaydır. Nitekim yeryüzünün yapısı gereği depremlerin
oluşması normaldir; fay kırıkları, tabakalar arasındaki boşluklar
vs. bu doğa olayını kaçınılmaz kılmaktadır. Bilimsel bir kaynak,
muhtemel depremlerden şöyle söz etmektedir:
Dünyanın derinliklerindeki kuvvet, sert yerkabuğunu
dayanma gücünün ötesinde iter, kayalar bu gerilmeye karşı koyamayarak
yoğun bir enerji patlamasıyla kırılır ve yarılır. Bu yer sarsıntısının
sonucunda şehrin bütün yapıları yerle bir olabilir, tüm toplum
bir daha geri dönmemek üzere yıkıntıların altında kalabilir. (Doğal
Felaketler, Readers Digest, 1996)
Kuşkusuz Allah'ın bir deprem meydana getirmesi
için, "doğal şartlar"ın depreme elverişli olup olmamasının bir önemi
yoktur. O, her dilediğini, bütün doğal şartlara aykırı da olsa dilediği
anda gerçekleştirir. Ancak Allah, yeryüzündeki doğal şartları da
oldukça güvensiz ve istikrarsız bir halde meydana getirmekle, insana
bu dünya üzerindeki yaşamının gerçekte pamuk ipliğine bağlı olduğunu
hatırlatmaktadır. Nitekim Kuran'da insanlar muhtemel bir felaket
konusunda uyarılırlar:
Artık 'kötülüğü örgütleyip düzenleyenler',
Allah'ın, kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden veya şuuruna
varamayacakları yerden azabın gelmeyeceğinden emin midirler? Ya
da onlar, dönüp-dolaşmaktalarken, onları yakalayıvermesinden?
Ki onlar (bu konuda Allah'ı) aciz bırakacak değildirler. Veya
onları bir korku üzerinde yakalayıvermesinden (mi emindirler)?
Öyleyse Rabbin, gerçekten şefkatli ve merhamet sahibidir. (Nahl
Suresi, 45-47)
Allah dilese, saniyeler süren bu depremler, saatlerce
hatta günlerce sürebilir. İnsanlar, başlarına gelenlerin şaşkınlığını
yaşarken, yeni felaketlere maruz kalabilirler. Bu, kuşkusuz Allah
için kolaydır. Ancak Allah rahmetiyle insanları korur. İnsanlara
kendi büyüklüğünün farkına varmaları ve O'nun dilemesine karşı gelemeyeceklerini
görmeleri için hatırlatmada bulunur. İnsanlara dünyaya yönelik çabalarının
hiçbir karşılığı ve kazancı olmadığını hatırlatır.
Bu noktada 20. yüzyılda meydana gelen en büyük
depremleri ve etkilerini de hatırlamakta yarar var.
TEKNOLOJİNİN YENİLGİSİ:KOBE DEPREMİ
Sahip oldukları teknolojinin üstünlüğü, çoğu zaman
insanlara doğaya hükmetmeye güçleri varmış gibi bir his verir. Oysa
bu hisse kapılanlar, çok kısa süre içerisinde hayal kırıklığına
uğrayabilirler. Çünkü sonuç olarak teknoloji de Allah'ın, insanların
hizmetine verdiği bir araçtır ve Allah'ın hakimiyeti altındadır.
Nitekim en üstün teknolojinin dahi doğaya hükmetme imkanına sahip
olmadığını çeşitli olaylar insanlara ispatlamıştır.
Örneğin Japonlar yapılarında titizlikle uyguladıkları
"depreme karşı tedbir" teknolojisine rağmen; 1995 yılının Ocak ayında
sabaha karşı meydana gelen bir depreme yenik düşmekten kurtulamamışlardı.
İleri bir teknoloji ile inşa ettikleri binaların çoğu kağıttan yapılmışçasına
yıkılmıştı. Japon hükümeti ve üniversiteleri, depremleri önceden
haber veren bir yönteme sahip olabilmek için, yaptıkları sayısız
araştırmalara son 30 yıl içinde bir milyar dolar (yaklaşık 40 trilyon
lira) yatırmışlardı. Ama başarılı olamadılar, çünkü yer kabuğundaki
sarsıntıları tanıyıp sınıflandırmak için yüzde yüz geçerli modeller
geliştirmek olanaksızdır. Nitekim Kobe'de meydana gelen deprem farklı
özelliği açısından bu duruma bir örnek teşkil etmektedir.
Yapılan çalışmaların sonucunda halk, depremi kendilerine
birkaç saat ,hatta birkaç gün önceden haber verebilecek bir sisteme
güvenmekteydi. Fakat bu güzel liman kentini bir anda altüst eden
ve merkezi Kobe'den 25 km. uzaklıkta ve denizin 15 km. altında bulunan
depremi hiçbir sistem haber veremedi. Japonların "en güçlü depreme
bile dayanır" dedikleri binalarının, bu şiddetli depreme karşı bir
dayanma gücünün olmadığı ortaya çıkmış oldu.
Depremin gerçekleştiği Kobe ve Osaka kentlerinin
bulunduğu bölge, Japonya'nın önde gelen sanayi ve ticaret merkezlerindendi.
Bu yüzden deprem sonrasındaki maddi zarar milyarlarca dolar oldu.1
Bu büyük depremden önce lüks içinde yaşayan insanlar,
ummadıkları bir zamanda gelen büyük bela sebebiyle, değil geleceğe
yönelik bir plan yapmak, bulundukları anda bile ne yapacaklarını
bilemez duruma gelmişlerdi.
TAYFUNLAR, KASIRGALAR, HORTUMLAR...
Tayfun, kasırga gibi atmosfer olayları da dünya
üzerinde sıkça karşılaştığımız afetlerdendir. Bu olaylar sırasında
oluşan rüzgarlar kimi zaman evleri, binaları, barakaları, ağaçları,
elektrik direklerini ve insanları fırlatıp savuracak kadar güçlüdür.
Özellikle güçlü tayfunlar, denizi de çalkalayarak
dev dalgaların oluşmasına ve denizin aniden kabarmasına sebep olurlar.
Fırtına dalgası olarak isimlendirilen bu olayda, dalgalar çok güçlü
bir etkiyle kıyıdan karaya vurur. Bu, kimi zaman o bölgedeki karanın
tamamen sular altında kalmasıyla sonuçlanabilir. Ayrıca tayfunla
gelen yağmur, özellikle nehir alanlarında ciddi sellere yol açar.

Bir bölgeyi yerle bir edebilecek
kadar büyük bir hortum. |
Çoğunlukla sadece hafif bir esinti olarak hissettiğimiz
rüzgarın, kimi zaman insanları, hayvanları, taşıtları ve hatta evleri
hareket ettirecek güçte olması, Allah'ın kudretini gözler önüne
sermektedir. Burada da depremler için geçerli olan kanun işlemektedir.
Allah dilese tayfun, kasırga, hortum gibi atmosfer olaylarını çok
şiddetli ve sık olarak oluşturabilir. İnsanlar birinin zararlarını
telafi edemeden diğerlerine yakalanabilirler. Kuran'da rüzgarların
Allah'ın kontrolünde olduğu, insanlara şöyle hatırlatılmıştır:
Gökte olanın sizi yere geçirmeyeceğinden
emin misiniz? Bir bakmışsınız ki, o (yeryüzü) sallanıp-çalkalanmaktadır.
Yoksa gökte olanın üzerinize 'taş yağdıran (fırtınalı) bir rüzgar'
göndermeyeceğinden emin misiniz? Siz o takdirde Benim uyarmam
nasılmış bilip-öğreneceksiniz. Andolsun, kendilerinden öncekiler
de yalanladı. Fakat beni inkar (etmelerine karşılık verdiğim azab)
nasılmış? (Mülk Suresi, 16-18)

1988 Şubatı'nda Florida'da meydana gelen kasırga sonucunda
teknelerin durumu. |
Oysa Allah her olayda olduğu gibi burada da insanlar
üzerindeki korumasını göstermekte; onları ara ara üzerlerine yolladığı
fırtınalarla uyarmaktadır. Uyarmaktadır ki; insanlar dünyada ne
amaçla bulunduklarını, Allah'ın gücü karşısındaki acizliklerini
ve O'na hesap verecekleri günle karşılaşacaklarını unutmasınlar.
YANARDAĞLAR, VOLKANLAR
Yerkabuğunun sismik hareketi sonucu meydana
gelen depremlerin yanında, volkanik dağlarda oluşan patlamalar da
önemli doğal felaketler arasındadır. Dünyada 550'si yer üstünde
ve 2 diğerleri deniz dibinde olmak
üzere 1500 dolayında aktif yanardağ bulunmaktadır. Bunlardan herhangi
birinin, herhangi bir zamanda harekete geçmesi son derece kolaydır.
Bir yanardağ harekete geçtiğinde ise kısa bir süre içinde bulunduğu
bölgenin tümünü etkisi altına alabilir. Hiçbir teknolojinin bunu
engellemeye güç yetirmesi de mümkün olmaz.
Volkanlar, tarihte ve günümüzde oldukça büyük izler
bırakmışlardır. Geçmişte var olan şehirleri haritadan silmiş, toplumları
yok etmişlerdir. Ekinler yok olmuş, tarlalar küllerle ve gökyüzü
de toz bulutlarıyla kaplanmıştır.
Büyük bir azap kaynağı olan yanardağ patlamaları,
tarihte Pompei gibi büyük şehirleri yok etmiştir. Halkı sapkınlık,
azgınlık ve aşırılık içinde yaşamlarını sürerken, Vezüv yanardağının
hareketlenerek kimseye kaçma fırsatı vermemiş olması kuşkusuz ibret
vericidir.
Günümüzde de etkilerini sürdüren yanardağlar kimsenin
beklemediği bir anda faaliyete geçmekte ve oluşturdukları lavlar,
uzun mesafeler boyunca ilerleyerek büyük zarara yol açmaktadır.
Patlamanın lavlar dışında bir diğer etkisi de önüne çıkan herşeyi
yakıp yutan, gaz ve külden oluşmuş bir rüzgardır. Bu rüzgarın hızı
bazen saatte 160 km'ye kadar çıkmakta, yakıcı bir etkisi olmakta,
görüş ufkunu neredeyse yok etmektedir.


Üstte tüm şiddetiyle patlamakta
olan bir volkan görülüyor. Altta ise volkan patlamasıyla
etrafa yayılmış lav denizinin ortasında kalmış bu otobüs,
geçmişte meydana gelen Pompei faciasını hatırlatıyor.
|
200 aktif volkana sahip Endonezya'daki Karakatou
yanardağında 1883 yılında görülen patlama, 160'dan fazla köyün yok
olması ve 36.000 kişinin bu patlama sonucunda oluşan tsunamide (dev
dalgalarda) boğulmasıyla sonuçlanmıştır. Patlamanın tozları, 10
gün sonra 3000 mil uzağa kadar düşmüştür.3

1991 yılında
Filipinler'de Pinatubo Dağı'nın patlaması, 20 yy'ın en sert
patlaması olarak kaydedilmiştir. Resimde, Pinatubo Dağı'nın
patlaması sonucu oluşan dev bulut.4 |
Volkanların bir diğer özellikleri
de umulmadık bir zamanda harekete geçmeleridir. 1985 yılında, 150
yıllık bir uykudan sonra, Nevado del Ruiz yanardağının patlaması
da buna bir örnektir. Yüzlerce insanın ölümüne neden olan bu patlama,
aslında oldukça küçük bir patlamadır. Bir kıyas yapmak gerekirse,
1980'de meydana gelen St. Helens Dağı'nın patlamasının ancak % 3'ü
şiddetindedir. Nevado Del Ruiz'in patlaması, o bölgede bulunan buz
ve karı eritmeye yetecek kadar ısı yaydığı için, çamur ve su seli,
dağın eteklerinden gelerek Armero şehrini silip süpürmüştür. Bu
patlama, 1902'de Karayip adasında 30.000 kişinin ölümüyle sonuçlanan
Pelee Dağı patlamasından beri görülen en büyük volkan felaketidir.
Bu olay esnasında yatmaya hazırlanan 25.000 kişiden, ertesi sabah
sadece 2.000'inin kaldığı tespit edilmiştir. Geriye kalan 23.000
kişi patlama sonunda çamura gömülmüştür.5
Bu olaylarla da anladığımız gibi, Allah insanlara
ölümün ne kadar kolay ve yakın olduğunu göstermekte, onları dünyada
var oluş amaçlarını düşünmeye davet etmektedir. Allah'ın sonsuz
gücünü gören insanlara düşen de, dünyada yaşayacakları 50-60 yılı
çok uzun görüp ebedi hayatları olan ahireti unutmamalarıdır. İnsanlar
unutmamalıdır ki, her ne sebeple olursa olsun mutlaka bir gün ölecek
ve Allah'ın huzurunda hesap vereceklerdir:
Yerin başka bir yere, göklerin
de (başka göklere) dönüştürüldüğü gün, onlar tek olan, kahhar
olan Allah'ın huzuruna çıka(rıla)caklardır. (İbrahim Suresi, 48)
TSUNAMİLER
Japonca bir kelime olan Tsunami, liman dalgası
anlamını taşır. Genellikle denizde depremlerden sonra meydana gelen
dev dalgalardır. Bu dev dalgaların etkisinin bazı durumlarda atom
bombasının verdiği tahribata yaklaştığı da kaydedilmiştir.

Denizde meydana gelen dev dalgalar
(tsunamiler), dünyanın birçok yerinde sahil şehirlerini
bir anda sular altına gömebilmektedir. |
SELLER
Yeryüzünün pek çok bölgesinin böylesine ciddi tehditlerle
karşı karşıya olması kuşkusuz önemli bir gerçeğin habercisidir.
Allah insanlara her yönden azap göndermeye ve tüm kazandıklarını
saniyeler içinde geri almaya kadirdir. Felaketlerin yeryüzünün her
yanından gelmesi, insanların Allah'ın dilemesi dışında hiçbir yerde
güvende olamayacaklarının en belirgin göstergesidir. Allah azabı
dilediği şekilde, yerin altından, üstünden, karadan ve denizden
göndermektedir. Ve insanları bu gerçeği akılsızca gözardı etmemeleri
konusunda uyarmıştır:
O ülkeler halkı, geceleri uyurken,
onlara zorlu azabımızın gelmeyeceğinden güvende miydiler? Ya da
o ülkeler halkı, kuşluk vakti eğlenceye dalmışken, onlara zorlu-azabımızın
gelmeyeceğinden güvende miydiler? (Veya) Onlar, Allah'ın tuzağından
güvende mi idiler? Allah'ın bir tuzak kurmasından, hüsrana uğrayan
bir topluluktan başkası (akılsızca) güvende olmaz. (Araf Suresi,
97-99)
Nitekim Allah'ın insanlar için bir nimet ve güzellik
olarak verdiği su, yine Allah'ın dilemesi ile kahredici bir azaba
da sebep olabilmektedir. Her yıl mutlaka böyle bir sel felaketine
şahit olmalarına rağmen, insanların bunu kendilerinden uzak görmeleri
ise şaşırtıcıdır.
TARİHTEN İBRET VERİCİ BİR ÖRNEK
: TİTANİK
Dünya tarihi, sahip oldukları güce ve teknolojiye
güvenerek Allah'ın kudretini unutan insanların başlarına gelen ibretlik
olaylarla doludur. Bu olayların her biri, ne gücün, ne zenginliğin,
ne bilimin, ne de teknolojinin, kısaca hiçbir şeyin Allah'ın takdirine
karşı koyamayacağını ispat etmesi ve O'nun gücünün ve büyüklüğünün
herşeyin üstünde olduğunu bir kere daha insanlara hatırlatması açısından
oldukça önemlidir.
Sayısız örneğini verebileceğimiz bu olayların en
çok bilinenlerinden birisi de, bundan yaklaşık 86 sene evvel Titanik
adlı transatlantiğin başına gelen felaketti. Titanik, 15 bin kişinin
çalışması sonucunda üretilen görkemli bir yolcu gemisiydi. 55 metre
yükseklik ve 275 metre uzunluğuyla o ana kadar yapılmış en büyük
ve en ihtişamlı gemiydi. İnsanlar, teknik donanım olarak da çok
üstün biçimde inşa edildiği için, geminin ne olursa olsun batmayacağına
kendilerini inandırmışlardı. Ancak buna güvenen insanlar önemli
bir gerçeği unutuyorlardı: Allah'ın takdir ettiği kadere, hiçbir
şekilde karşı konamazdı. Nitekim hiç umulmadık kadar küçük bir hasar,
teknolojiyi safdışı bırakıp geminin kısa süre içinde batmasına sebep
oldu.
Gemiden kurtulanlar, batacakları kesinleştiği zaman
birçok kişinin güvertede toplanıp dua etmeye başladıklarını anlatmışlardır.
Nitekim Kuran'ın birçok ayetinde, insanların sıkıntı veya tehlike
durumunda Allah'a dua ettikleri ancak sıkıntı üstlerinden kaldırılınca
ettikleri duaları unuttukları bildirilmiştir:
Sizin Rabbiniz, fazlından aramanız
için denizde gemileri sizin için yürütür. Gerçekten O, size karşı
merhametli olandır. Size denizde bir sıkıntı (tehlike) dokunduğu
zaman, O'nun dışında taptıklarınız kaybolur-gider; fakat karaya
(çıkarıp) sizi kurtarınca (yine) sırt çevirirsiniz. İnsan pek
nankördür. Kara tarafında sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden
veya üzerinize taş yığınları yüklü bir kasırga göndermeyeceğinden
emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil bulamazsınız. Veya sizi
bir kere daha ona (denize) gönderip üzerinize kırıp geçiren bir
fırtına salarak nankörlük etmeniz nedeniyle sizi batırmasına karşı
emin misiniz? Sonra onun öcünü Bize karşı alacak (kimseyi de)
bulamazsınız. (İsra Suresi, 66-69)
Bir insan hayatında böyle bir olay yaşamış veya
yaşamamış olsun, dünyadaki herşeyin geçici olduğunu ve bütün gücün
Allah'a ait olduğunu asla unutmamalıdır. Çünkü insan, böyle bir
olayla karşılaştığında bir daha geride bıraktığı hataları telafi
şansına sahip olmayabilir. Allah ölümü, insanın karşısına hiç ummadığı
bir anda çıkarabilir:
Onlar, göklerin ve yerin 'bağımlı
olduğu egemenliğe ve sünnete' (melekût) Allah'ın yarattığı şeylere
ve ihtimal (verip) ecellerinin pek yaklaştığına bakmıyorlar mı?
Bundan sonra onlar artık hangi söze inanacaklar? (Araf Suresi,
185)
ALLAH'TAN BİR RAHMET OLARAK
İşte biz, onların her birini
kendi günahıyla yakalayıverdik. Böylece onlardan kiminin üstüne
taş fırtınası gönderdik, kimini şiddetli bir çığlık sarıverdi,
kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara
zulmedici değildi, ancak onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.
(Ankebut Suresi, 40)
Şimdiye kadar anlatılanların tümü, var oluşlarının
gerçek amacını unutarak yaşayan insanlara önemli bir gerçeği bildirmek
amacını taşımaktadır: Dünya üzerinde hiçbir şey Allah'tan bağımsız
değildir. "… Allah, emrinde galib olandır,
ancak insanların çoğu bilmezler" (Yusuf Suresi, 21) ayetiyle
de bildirildiği gibi, hiçbir güç Allah'ın takdir ettiklerine karşı
koyamaz.
Fakat ayette de bildirildiği gibi "insanların çoğu"
bu gerçeği bilmezler. Dünyada başlarına hiçbir şey gelmeyeceği zannıyla
yaşarlar. Etraflarında olup biten afetlerle bir gün bir şekilde
karşılaşabileceklerini düşünmezler bile. Eğer doğrudan bir bağlantıları
yoksa, söz konusu olayları kendilerinden son derece uzak görürler.
Meydana gelen afetleri duyduklarında kısa bir an için etkilenebilirler
ama bir süre sonra tamamen unuturlar.
Oysa her yeni günün, bir önceki ile aynı şekilde
devam edeceğini düşünmenin ne kadar yanlış bir bakış açısı olduğu,
Allah'ın hatırlatmalarından çok iyi anlaşılmaktadır. Bu bölümde
anlattıklarımıza benzer felaketlere maruz kalan kişiler de, yaşadıkları
felaket gününün diğer günlerden farklı olmayacağını düşünmüşlerdir
mutlaka. Ama o gün, onlar için diğerlerinden farklı olmuş ve Allah
onları, sahip oldukları herşeyin bir anda yok olabileceğini gösterecek
bir olayla muhatap etmiştir.
İnsanların önemli bir çoğunluğu bu gerçeğe karşı
gaflet içindedir. Hem dünyanın kısa bir geçim olduğunu unutmakta,
hem de Allah'a hesap vereceklerini gözardı etmektedirler. Bu gaflet
dolayısıyla da, Allah için yaşamaları gereken dünya hayatını kendilerine
fayda sağlamayacak şeylerle oyalanarak geçirmektedirler.
Bu açıdan insanların başlarına gelen zorluklar
hem kendileri hem de onlara şahit olan diğerleri için Allah'ın bir
rahmetidir. Allah bu yolla, dünyanın geçici bir aldanıştan başka
birşey olmadığını onlara göstermekte, "gerçek yurt" olan ahirete
hazırlık yapmaya teşvik etmektedir. Bu yüzden insanların dünyada
başlarına gelen belaların bir çoğu, Allah'ın onlara sunduğu bir
fırsattır aslında. Bu belalar, onların tevbe etmeleri ve tavırlarını
düzeltip ıslah olmaları için verilir. Tüm bu olaylardan alınması
gereken dersi Allah Kuran'da şöyle bildirmiştir:
Görmüyorlar mı ki, gerçekten
onlar her yıl, bir veya iki defa belaya çarptırılıyorlar da sonra
tevbe etmiyorlar ve öğüt alıp (ders çıkarıp) düşünmüyorlar. (Tevbe
Suresi, 126)
Biz, onlardan
önce nice insan nesillerini yıkıma uğrattık; (şimdiyse) onlardan
hiçbirini hissediyor veya onların fısıltılarını duyuyor musun?
(Meryem Suresi, 98)
xx
1. H.J.de Blij, M.H.Glantz, S.L.Harris,
Restless Earth, The National Geographic Society, 1997, s.8
2. H.J.de Blij, M.H.Glantz, S.L.Harris, Restless Earth,
The National Geographic Society, 1997, s.8.
3. H.J.de Blij, M.H.Glantz, S.L.Harris, Restless Earth,
The National Geographic Society, 1997, s.64
4. H.J.de Blij, M.H.Glantz, S.L.Harris, Restless Earth,
The National Geographic Society, 1997, s.18-19
5. H.J.de Blij, M.H.Glantz, S.L.Harris,
Restless Earth, The National Geographic Society, 1997, s..64
|