|
DÜNYA HAYATININ
ALDATAN SÜSLERİ
İnsanların yaşamları boyunca ulaşmak ve sahip olmak
için çaba harcadıkları birkaç hedef vardır. Zenginlik, mal, itibar,
eş, çocuk gibi maddi ve manevi değerler, her insan için dünya hayatının
değişmez süsleridir. Yapılan tüm planlar, gösterilen çabalar, uğraşlar
bu değerlere sahip olmak içindir. Tüm bunların hepsinin gelip geçici
olduğunu, dünya üstündeki herşeyin değer kaybettiğini, eskidiğini,
yok olduğunu bildikleri halde, insanlar kendilerini bunlara şiddetle
bağlanmaktan alıkoyamazlar. Malın eskiyeceğini, toprakların hep
aynı berekete sahip olamayacağını, o çok değer verdikleri eşlerinin
bir gün yaşlanıp güzelliğini kaybedeceğini ve en önemlisi de her
insanın tüm sahip olduklarını bir gün bırakmak zorunda kalıp dünyadan
ayrılacağını bilmelerine rağmen bu bağlılığı sürdürmeye devam ederler.
Böyle yaşayan insanlar öldükten sonra bütün ömürlerini
sadece bir şeyi "elde etme" üzerine harcadıklarını, dünyanın etkileyici
ve kendilerini büyüleyen süslerine aldandıklarını, ölümlü olan herşeye
hak ettiğinden fazla değer verdiklerini anlayacaklardır. Ve dünyada
yapmaları gerekenin ise yalnızca, sahip olduklarını zannettikleri,
ama aslında hiçbir şekilde hak iddia edemeceyecekleri herşeyin tek
sahibi olan Allah'a kulluk etmek olduğunu göreceklerdir.
İnsanların içlerinde yaşadıkları bu "tutkulu bağlılık"
Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
Kadınlara, oğullara, kantar kantar
yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere
duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar,
dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında
olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)
Servet, eşler, oğullar, ticaret gibi dünyaya ait
tüm değerler, Allah'ı ve ahireti unutarak sadece bunlar için yaşayan
insanları tutkuyla oyalamaktadır. Oysa Allah'ın gücünü ve büyüklüğünü
gereği gibi takdir edebilseler, dünyaya ait herşeyin birer imtihan
aracı olduğunu da anlayabilirler. Yapmaları gerekenin de tüm bu
nimetleri onlara veren Rablerine kulluk etmek ve şükretmek olduğunu
da fark edebilirler. Ama kesin bir bilgiyle iman etmeyen insanlar,
hırsla dünyaya bağlandıkları için kavrayışları körelir; son derece
eksik ve kusurlu olan dünyayı, ona ait her türlü değerle birlikte
gözlerinde büyütürler.
Allah ahirette çok daha hayırlısını ve üstününü
insanlara vereceğini vaat ettiği ve bu güzelliğe kavuşmak için de
sadece kendisine gereği gibi kulluk edilmesini, yalnızca Kendi rızasının
aranmasını emrettiği halde, insanların bundan yüz çevirip dünya
hayatına razı olması şaşırtıcıdır. Oysa bir insan tamamen dinsiz,
inançsız bile olsa, en azından öldükten sonra dirilmenin "ihtimali"
bile, onu bu konuda daha akıllı davranmaya zorlamalıdır.
Müminler ise bunun "ihtimal" değil, kesin bir gerçek
olduğunun farkındadırlar. Bunun bilincine varmış oldukları için
de tüm yaşamlarını cehennem ihtimalinden uzaklaşıp cennete kavuşmak
için çaba harcayarak geçirirler. Çünkü bilirler ki, sadece dünyadaki
çıkarları ve zevkleri için uğraşıp didinen kimsenin, ahirette düşeceği
durum ve yaşayacağı hayal kırıklığı çok acı olacaktır. Dünyada yığdığı
mallar, örneğin biriktirdiği altınlar, bankalardaki paraları, evleri,
arsaları, arabaları ahirette kurtulabilmesi için yeterli olmayacak,
çok güvendiği ailesi ve yakın dostları onu orada koruyamayacaklar,
hatta yüz çevireceklerdir. Fakat tüm bu gerçeklere rağmen insanların
çoğu yaşadıkları hayatı alternatifsiz görmekte, ona körü körüne
bağlanmakta ve ahireti unutmaktadır. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
(Mal, mülk ve servette) Çoklukla
övünmek, sizi 'tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi.' Öyle ki
(bu,) mezarı ziyaretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar
sürdü. (Tekasür Suresi, 1-2)
Şu ana kadar bahsettiğimiz, "süslü ve çekici kılınma"
elbette dünyadaki imtihanın bir sırrıdır. Allah dünyada insanlara
sunduğu tüm imkanları çok güzel ve gösterişli yaratmıştır. Ama bir
o kadar da zayıf, geçici ve kısadırlar ki, bu şekilde insanlar aradaki
kıyası yapabilsinler. İşte sır burada saklıdır. Dünya hayatı gerçekten,
Allah'ın şanına uygun olarak çok güzel, renkli ve ihtişamlıdır.
Onda yaşamak, zevk almak elbette bir nimettir ve Allah'tan istenir.
Fakat hiçbir zaman Allah'ın rızasından ve ahiretten daha önemli
değildir. Bu yüzden de insanların bu nimetleri kullanırken asla
gerçek amaçlarını unutmamaları gerekir. Allah Kuran'da insanları
bu konuda uyarmıştır:
Size verilen herşey, yalnızca
dünya hayatının metaı ve süsüdür. Allah katında olan ise, daha
hayırlı ve daha süreklidir. Yine de akıllanmayacak mısınız? (Kasas
Suresi, 60)
Evet, insanlar dünyadaki değerlere bağlanmakta
ve ahireti unutmaktadırlar. Üstelik düşünmedikleri önemli bir gerçek
daha vardır. Bağlı oldukları değerler, sahip olmaya çalıştıkları
"süsler" kendilerine dünyada da gerçek mutluluğu verememektedirler.
Bunun en önemli nedenlerinden biri insanın bitmek bilmeyen hırsı
ve hep daha fazlasını isteyen nefsidir. İnsanların değer verdikleri
şeylerin "en üstününe" sahip olmaları, içinde bulundukları dünya
koşullarında mümkün değildir. Sahip oldukları her ne olursa olsun
muhakkak daha üstünü, daha iyisi, daha güzeli vardır. Dolayısıyla
bu dünya insan ruhunun gerçek huzuru ve tatmini bulacağı bir yer
kesinlikle değildir.
GERÇEK ZENGİNLİK BU DÜNYADA MI?
İnsanların çoğu, dünyadaki yaşamlarının eğer isteyip
uğraşırlarsa, mükemmel ve kendilerini gerçekten tatmin edecek kadar
eksiksiz olabileceğini zannederler. Bunun da yeterli maddi imkanların
elde edilmesiyle sağlanabileceğini düşünürler. Böylece mutlu bir
aileye daha rahat kavuşacak, insanların gözünde itibar kazanacak,
huzur içinde yaşamlarını sürdüreceklerdir. Oysa tüm ömürlerini sadece
bunları elde etmek ve kaybetmemek için tüketen insanlar aslında
büyük bir hataya düşmektedirler. Çünkü hayatlarını yalnızca dünyadaki
huzurlarını ve rahatlarını düşünerek geçirmişler, gerçek ve sonsuz
hayatın ahiret olduğunu tamamen unutmuşlardır. En önemli görevleri
Allah'a kulluk etmek olduğu halde, dünyaya aldanmış, sahip oldukları
tüm zenginlikleri kendilerine veren ve onları yaratan Allah'a şükretmeleri
gerekirken, Allah'ı unutmuş ve insanların rızasını kazanmak için
didinip durmuşlardır.
Oysa Allah Kuran'da dünyadaki değerlerin geçiciliğini,
önemsizliğini ve aldatıcı çekiciliğini insanlara bildirmiştir:
Bilin ki, dünya hayatı ancak
bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi
aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir
'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin
ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir,
bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir.
Ahirette ise şiddetli bir a-zap; Allah'tan bir mağfiret ve bir
hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan
başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)
Soldaki resimde Honduras'ta Maya
şehrindeki bir akrapolisin eski halinin çizimi görülüyor.
Sağda ise bir zamanlar büyük bir ihtişamın yaşandığı anlaşılan
akrapolisin bugünkü durumu görülüyor. Anlaşılıyor ki,
bu dünyada yok olmayan gerçek bir zenginliğe, ihtişama
sahip olmak mümkün değil. |
Pek çok insanın düştüğü hata, ahireti uzak görüp
veya hiç inanmayıp, dünyayı ondan üstün tutmalarıdır. Bu kişiler
elde ettikleri zenginliğin hiç yok olmayacağını zannederler. Bu
kibirlenmelerinden dolayı da Allah'a ve O'nun vaat ettiklerine yüz
çevirme cehaletini gösterirler. Böylelerini ve onların sonlarını
Allah Kuran'da şöyle tarif etmiştir:
Bizimle karşılaşmayı ummayanlar,
dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar ve bizim
ayetlerimizden habersiz olanlar; işte bunların, kazandıkları dolayısıyla
barınma yerleri ateştir. (Yunus Suresi, 7-8)
Nitekim bu ruh halinin örnekleri tarih boyunca
görülmüştür. Geçmişte kralların, hükümdarların, firavunların pek
çoğu elde ettikleri zenginliğin kendilerini ölümsüz kılacağını sanmışlar,
hatta mallarının bir kısmını da kendileriyle beraber mezara gömdürmüşlerdir.
Zenginliğin üstünde bir değer olabileceğine hiç ihtimal vermemişlerdir.
Bunları gören diğer insanlar da doğru yolun bu olduğunu düşünmüş
ve bu insanları karda zannetmişlerdir. Oysa dünyada zevk ve sefa
içinde yaşıyormuş gibi görünen bu insanların sonu hiç de umdukları
gibi olmamıştır. Allah Kuran'da bu insanlarla ilgili olarak şöyle
demektedir:
Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine
verdiğimiz mal ve çocuklarla Biz onların hayırlarına koşuyoruz
(veya yardım ediyoruz)? Hayır, onlar şuurunda değiller. (Müminun
Suresi, 55-56)
Şu halde onların malları ve çocukları
seni imrendirmesin; Allah bunlarla ancak onları dünya hayatında
azablandırmak ve canlarının inkar içindeyken zorlukla çıkmasını
ister. (Tevbe Suresi, 55)
 |

Yandaki resimde görülen
ihtişamlı Roma Şehrinin bulunduğu yerde şimdi
çok farklı binalar bulunuyor. Günümüze kadar
kalmayı başarmış bu antik tiyatronun (üstte)
durumu ise oldukça kötü. Bir zamanlar o ihtişamı
yaşamış olan insanlardan eser dahi yok. |
|
|
Ancak bu kişiler hiçbir zaman unutmamaları gereken
birşeyi gözardı etmiştir. Tüm zenginlik ve "değer" verilen herşey
yalnızca Allah'a aittir. Mülkün gerçek sahibi olan Allah dilediği
kişiye istediği miktarda mülkünden pay verir. Verdiklerinin karşılığında
insanların Kendisine şükretmesini ve gereği gibi kulluk etmesini
ister. Nitekim Allah'ın zenginlik verdiği birisinin mülkünü yine
Allah'tan başka kimse kısamaz ve elindekileri aldığı kişiye de kimse
hiçbir yardımda bulunamaz. Bunların hepsi Allah'ın dünyada yarattığı
deneme ortamının birer parçasıdır. Aklı ve şuuru açık olan mümin
bunu bilir. Kendisini Yaratanı ve O'na hesap vereceğini unutan kişi
ise bundan tamamen gafildir:
Allah dilediğine rızkı genişletir-yayar
ve daraltır da. Onlar ise dünya hayatına sevindiler. Oysaki dünya
hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir meta'dan
başkası değildir. (Rad Suresi, 26)
DÜNYADAKİ ZENGİNLİK VE İTİBAR GERÇEKTEN
ÖNEMLİ Mİ?
Pek çok insan dünyada eksiksiz bir yaşantı kurarak,
son derece mükemmel bir hayat sürdürebileceğini zanneder. Buna göre,
hayal ettiği zenginliğe sahip olduktan sonra mutlu olacak, istediği
itibarı kazanacak, bu durum hayatının sonuna kadar da böyle devam
edecektir. Oysa Allah'ı ve ahireti unutan bir insanın hiçbir zaman
tam istediği, hayalini kurduğu gibi bir hayatı olamaz. Çünkü istediği
ilk şeye kavuştuğunda daha da iyisini ve fazlasını istediğini anlar.
Parası olur, yetinmez, çok daha fazlasını kazanmak için çalışır.
Evi olur, beğenmez; muhakkak daha hoşuna giden bir ev görüp, onu
almak için çaba harcamaya başlar. Her sene değişen zevklerinden
dolayı evinin içini de, kendi kıyafetlerini de beğenmez, sürekli
olarak daha güzel mobilyaların ve giysilerin hayalini kurar. Nitekim
aşağıdaki ayette inkarcı insanın içinde bulunduğu bu ruh hali en
açık şekilde tarif edilmiştir:
Kendisini tek olarak yarattığımı
bana bırak; ki ben ona "alabildiğine geniş kapsamlı bir mal" verdim.
Göz önünde hazır çocuklar. Ve sayısız imkan ve fırsatları önüne
serdim. Sonra, daha arttırmam için tamah eder. (Müddessir Suresi,
11-15)
Şuurlu bir insanın düşünmesi gereken şudur; en
fazla evi olan, en pahalı arabaları satın alan, en çok kıyafeti
olan kısacası en zengin olan insanın da, oturabileceği ev, kullanacağı
araba, yiyeceği yemek, yatacağı yatak, giyeceği kıyafet sınırlıdır.
Dünyanın en büyük sarayında oturan bir insan aynı anda kaç odada
birden oturabilir? Veya en güzel kıyafetlere sahip insan bir seferde
bu kıyafetlerin kaçını üstüste giyebilir? Bu insanların hayatlarına
baktığımızda görürüz ki, onlarca odadan oluşan malikanelere sahip
olsalar dahi, aynı anda bütün odaları kullanamayacakları için evlerinin
en fazla bir odasında oturabilirler. Dolaplar dolusu kıyafetleri
olsa da aynı anda sadece tek bir kıyafeti giyebilirler. Allah'ın
yarattığı binlerce çeşit yiyeceğe sahip olabilseler bile, en fazla
2-3 tabak yemek yiyebilirler; daha fazlasını yemeye kalksalar bu,
onlar için bir işkence haline dönüşür…
Kuşkusuz bu örnekler çoğaltılabilir. Ancak bunlardan
daha da etkilisi, kişinin, malının, mülkünün "keyfini sürebileceği"
ömrünün kısıtlı oluşudur. İnsan hızla kaçınılmaz sona doğru ilerlemektedir.
Ancak yaşamı süresince bu gerçeği fark edememekte ve Kuran'da bildirildiği
gibi; "gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını"
(Hümeze Suresi, 3) sanmaktadır. Bu sapkın inanca öylesine
körü körüne bağlanmıştır ki, ahirette Allah'ın huzurunda azabı gördüğünde
bile, sahip olduklarını fidye vermeye çalışarak kurtulmak isteyecektir
ama elbette artık geç kalmış olacak ve verdiği hiçbir şey kabul
edilmeyecektir:
Onlar birbirlerine gösterilirler.
Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını
fidye olarak vermek ister; Kendi eşini ve kardeşini, ve onu barındıran
aşiretini de; yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra
bir kurtulsa. Hayır, doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta
olan ateştir. (Mearic Suresi, 11-15)
Oysa Allah'ın tüm zenginliğin sahibi olduğunu,
dünyadaki malın ve itibarın yine orada kalacağını bilen insanlar
hiçbir zaman dünyanın peşine düşmezler. Bu insanlar sahip oldukları
bir zenginlikten dolayı şımarmazlar, Rablerini unutmazlar, verilen
bütün nimetlere şükrederek çalışırlar, kendilerine verilenle yetinirler.
Allah dünyadaki değerlere hırsla bağlanmayan bu insanlara da zaten
onurlu ve rahat bir yaşantı vaat etmiştir. Allah'ı gereği gibi takdir
eden ve O'na güvenen bu insanlar, dünyanın geçiciliğinin, mal ve
mevkinin dünyada ancak kısa bir fayda ve çıkar sağladığının, ahiretteki
sonsuz yaşantının yanında da çok az bir değeri olduğunun farkındadırlar.
Böyle düşünen bir insan mal sahibi olur, ancak bunu haksızlık yapmak
ve insanları ezmek için kullanmaz. Zenginlik onu daha da çok dünyaya
bağlamaz, aksine Allah'a olan yakınlığını ve şükrediciliğini artırır.
Kimsenin hakkını yemez, Allah'ın ona verdikleriyle hep iyi iş yapmaya
çalışır. İtibarın ve asıl övgünün Allah katında olduğunu bilir,
bundan dolayı dünyada zenginlik peşinde koşmaktansa kendisini ahirette
asıl zenginliğe kavuşturacak olan seçkin bir ahlakın peşinde olur
ve onu yaşar. Nitekim bu konuda bizim için en güzel örnek Hz. Süleyman'ın
tavrıdır. Çok büyük bir zenginliğe ve mülke sahip olan Hz. Süleyman,
bu zenginliği ne amaçla talep ettiğini "..gerçekten ben,
mal sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim"
(Sad Suresi, 32) sözleriyle en açık biçimde ifade etmiştir.
Böyle bir kavrayışa sahip olmayan insanlar ise
dünyada kazandıklarının bir anlamı olmadığını, kendilerine aslında
tüm bunların az bir kazanç sağladığını, en önemlisi de bu kazancı
en fazla 60-70 sene kullanabildiklerini düşünmezler. Sahip oldukları
mallarını, çocuklarını, evlerini, arabalarını, tüm servetlerini
bir gün gelip dünyada bırakarak mezara konacakları gerçeğini unutur,
bitmek bilmeyen ve asla ulaşamayacakları bir zenginlik hasretiyle
ömürlerini geçirirler.
Oysa kendisini yaratan Allah'ı unutup malına güvenen
kişi dünyada da, ahirette de hüsrana uğrayacaktır:
Şüphesiz inkar edenler, onların malları
da, çocukları da kendilerine Allah'tan (gelecek azaba karşı) hiçbir
şey kazandırmaz. Ve onlar ateşin yakıtıdırlar. (Al-i İmran Suresi,
10)
"Mal yığıp biriktiren ve onu saydıkça
sayan" kimselerin durumu Kuran'da şöyle bildirilmektedir:
Ki o, mal yığıp biriktiren ve
onu saydıkça sayandır.
Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını mı sanıyor?
Hayır; andolsun o, 'hutame'ye atılacaktır.
"Hutame"nin ne olduğunu sana bildiren nedir?
Allah'ın tutuşturulmuş ateşidir.
Ki o, yüreklerin üstüne tırmanıp çıkar.
O, onların üzerine kilitlenecektir;
(Kendileri de) Dikilip-yükseltilmiş sütunlarda (bağlanacaklardır).
(Hümeze Suresi, 2-9)
Gerçek zenginlik ise; Allah'a iman eden ve dünyanın
geçip gitmekte olan süslerine gereğinden fazla önem vermeyen, herşeyin
yalnızca Allah'tan geldiğini bilen müminlere aittir. Kısa sürecek
olan dünya hayatı yerine Allah'ın sonsuza kadar süreceğini bildirdiği
ahiret hayatını seçen bu insanlar gerçek zenginlerdir. Mümin dünya
hayatı karşılığında ahireti satın aldığı için zaten en karlı alışverişi
yapmış, geçici değil sonsuz zenginliği seçmiştir. Kuran'da bu gerçek
şöyle anlatılır:
Hiç şüphesiz Allah müminlerden
karşılığında mutlaka cenneti vermek üzere canlarını ve mallarını
satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve
öldürülürler, bu Tevrat'ta, İncil'de, Kuran'da onun üzerine gerçek
olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan
kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip, müjdeleşiniz.
İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur. (Tevbe Suresi, 111)
Bu gerçekleri göz ardı edip, dünyaya sıkı sıkı
bağlananlar ise ahirette karşılaştıklarında kimin kazançlı çıkacağını
çok açık bir şekilde öğreneceklerdir.
EVLİLİK
Dünya hayatına insanı bağlayan en önemli konulardan
biri de evliliktir. İyi bir evlilik yapmak, bir genç kız ya da erkeğin
en büyük amaçlarından birisidir. Bu nedenle insanlar, küçük yaşlardan
itibaren "iyi bir eş" bulmayı hedeflerler. Ancak cahiliye toplumlarında
kadın-erkek ilişkileri son derece yanlış bir temel üzerine kuruludur.
Bu tarz beraberliklerde genel kıstaslar romantizm, duygusallık ve
karşılıklı bir takım menfaatlerdir. Özellikle kadınların beklentileri,
çoğu zaman kendilerini rahat ettirecek "zengin bir eş" bulmaktır.
Bir genç kız bu uğurda hiç hoşlanmadığı halde bir erkekle beraber
olabilir. Veya bir erkek yalnızca fiziki güzelliği için bir kadını
tercih edebilir.
Oysa burada cahiliye toplumu bireylerinin gözardı
ettikleri çok önemli bir gerçek vardır: Söz konusu maddesel özelliklerin
hepsi bir anda yok olabilir; Allah dilediği anda bir insanın tüm
zenginliğini elinden alabilir. Fiziki özelliklerin hepsi de kısa
süre sonra yok olacaktır. Evlendiği insan eninde sonunda yaşlanacak,
sağlığını, gücünü ve güzelliğini, bir daha kazanamamak üzere kaybedecektir.
Veya mutlaka yılların geçmesini ve yaşlanmasını beklemeye de gerek
yoktur. Bu kişi ani bir kaza geçirebilir, sakat kalabilir, felç
olabilir, ölümcül bir hastalığa yakalanabilir. Bu durumda maddi
çıkarlar üzerine kurulu bu sistem ne olacaktır? Örneğin, bir kadınla
yüzünün güzelliği için evlenmiş bir erkek, eşi bu güzelliği bir
kazada kaybederse veya yaşlanarak kırış kırış bir yüze sahip olursa
ne yapacaktır? Kuşkusuz hayatının en büyük amaçlarından biri olarak
gördüğü evliliği son derece yanlış bir temel üzerine kurduğunu anlayacaktır.
Burada anlatılmak istenilen, evliliğin yalnızca
Allah rızası için, O'nun hükümleri doğrultusunda yapılırsa doğru
bir temel üzerine kurulacağıdır. Aksi şekilde yapılan her hareket
hem dünyada hem de ahirette kişiye mutluluk vermeyecektir. Kişi,
tüm hayatını feda ettiği ve tüm planlarını ona göre ayarladığı bu
sistemin ne kadar boş ve geçici olduğunu ahirette kesin olarak kavrayacaktır.
Ancak tabii ki bu kavrayışta son derece geç kalmış olacaktır. Dünyada
kendine en yakın dost bildiği eşi, ahirette kişinin görmek bile
istemediği, hatta azaptan kurtulmak için fidye vermek istediği bir
insana dönüşecektir. Hesap günü insanların bu durumunu Allah şöyle
bildirmektedir:
Onlar birbirlerine gösterilirler.
Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını
fidye olarak vermek ister; Kendi eşini ve kardeşini, Ve onu barındıran
aşiretini de; (Mearic Suresi, 11-13)
Ayetlerde görüldüğü gibi hesap günü inkarcılar
için dünyadaki eşin, dostun, kardeşin değeri kalmayacaktır. Hatta
bu insanlar birbirlerini fidye vermek isteyecekleri gibi, dünya
hayatında birbirlerinin kötülüklerine engel olmadıkları, cehenneme
davetçi oldukları için birbirlerine lanet edeceklerdir. Geçici dünya
hayatında, Allah'ın rızası dışında kıstaslarla beraber oldukları
kişiler ahirette kendilerini büyük bir ziyana uğratacaklardır. Bu
konuda Kuran'da verilen bir başka örnek de, cehenneme karısıyla
birlikte atılan Ebu Leheb'tir:
Ebu Leheb'in iki eli kurusun;
kurudu ya.
Malı ve kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı.
Alevi olan bir ateşe girecektir.
Eşi de; odun hamalı (ve)
Boynuna bükülmüş bir ip (bağlanmış) olarak. (Mesed Suresi, 1-5)
Allah'ın razı olduğu sevgi ve beraberlik ise son
derece farklı kıstaslar üzerine kurulmuştur. Zenginlik, şöhret,
güzellik böyle bir beraberlikte ana etken olmaz. Dünyanın geçici
bir yer olduğunu bilen, samimi müminler için gerçek kıstas takvadır.
Bir insanın Allah'a olan bağlılığı, sevgisi, korkusu, yani takvası
ne kadar yüksekse, o insana duyulan sevgi de o derece yüksektir.
Dolayısıyla müminin evlilikteki seçimi, ancak takvaca ileri bir
kişi olabilir. Üstelik Allah'ın rızası aranarak yapılan bir evlilik
insana son derece huzur ve güven vericidir. Allah Kuran'da böyle
bir evlilik için şunları bildirmiştir:
Onda 'sükun bulup durulmanız'
için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir
sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz
bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Rum
Suresi, 21)
Ayrıca dünyada birbirlerine takvalarından dolayı
bağlı olan müminler, ahirette de kazançlı olacaklardır. Yaşamları
boyunca birbirlerini hayra ve güzel olana davet ettikleri, cennete
yönlendirdikleri için ahirette de en yakın dostlar olacaklardır.
Allah mümin erkeklerle, mümin kadınların bu durumunu şöyle haber
vermiştir:
Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar
birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar,
namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne
itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır.
Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
(Tevbe Suresi, 71)
ÇOCUKLAR
İnsanın nefsi, sınırsız bir mal, mülk ve servet
sahibi olmanın yanısıra, kendisi öldüğünde soyunu devam ettirecek
olan çocuklar edinmenin tutkusu ile de doludur. Ne var ki Kuran'da
bu tutkunun, Allah'ın rızası temeli üzerine kurulmadığı takdirde,
insanı Allah'ın zikrinden ayıran ve en önemlisi O'na ortak koşmaya
kadar götüren saptırıcı bir unsur olabileceği bildirilmiştir. İnsan
Allah'ın kendisine vermiş olduğu çocuklarla denenmekte ve Allah'ın
razı olacağı tavırlar gösterip göstermeyeceği gözlemlenmektedir.
"Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak
bir fitne (bir deneme)dir. Allah ise, büyük ecir (en güzel karşılık)
O'nun katında olandır" (Teğabun Suresi, 15) ayetiyle de bu
açıkça bildirilmektedir.
Ayette mallar ve çocuklar için "fitne" kelimesinin
kullanılmış olması oldukça dikkat çekicidir. Pek çok insan dünyanın
bir süsü haline gelen çocuk sahibi olma fikrini, hayatının en önemli
amaçlarından biri olarak görmektedir. İşte bu nedenledir ki Allah
Kuran'da, çocukların insan için büyük bir deneme konusu olduğundan
bahsetmekte; çocuğa ancak Allah'ın rızası gözetilerek sahip olunması
gerektiğini, bunun haricinde olanların ise insan için gizli bir
şirk koşma olacağı üzerinde durmaktadır. Allah'ın kendilerine verdiği
çocuğu, Allah'ı unutarak bir "yaşam gayesi" haline getiren ve böylece
O'na ortak koşan ailelerin örneği Kuran'da şöyle anlatılır:
O, sizi tek bir nefisten yarattı
ve kendisiyle durulup-yatışması için ondan eşini var etti. Onu
(eşini) örtüp-bürüyünce, o da bir yük yüklendi de bununla (bir
süre) gezindi. Nitekim ağırlaşınca, ikisi Rableri olan Allah'a
dua ettiler: "Eğer bize salih (bir çocuk) verirsen, andolsun şükredenlerden
olacağız." Ama O, onlara salih (bir çocuk) verince, kendilerine
verdiği şey konusunda O'na ortaklar kılmaya başladılar. Allah,
onların şirk koştuklarından yücedir. Kendileri yaratılıp dururken,
hiçbir şeyi yaratamıyan şeyleri mi ortak koşuyorlar? (Araf Suresi,
189-191)
Çocuk sahibi olmak, ancak Allah'ı hoşnut etmek
için istenirse doğru bir davranış gösterilir. Nitekim Kuran'daki
kıssalara bakıldığında da, peygamberlerin çocuk isterlerken yalnızca
Allah'ın rızasını gözettikleri açıkça görülür. Bu konu ile ilgili
olarak Kuran'da pek çok örnek vardır:
Hani İmran'ın karısı: "Rabbim,
karnımda olanı, "her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş
olarak" sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin
Sen" demişti... (Al-i İmran Suresi, 35)
Hz. İbrahim'in duası ise şu şekildedir:
Rabbimiz, ikimizi sana teslim
olmuşlar kıl ve soyumuzdan sana teslim olmuş bir ümmet (ver).
Bize ibadet yöntemlerini göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz,
Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin. (Bakara Suresi, 128)
Yukarıdaki ayetlerde örnek gösterildiği şekilde
çocuk sahibi olmak, kuşkusuz hayırlı bir sonuç doğurur. Allah'ın
razı olacağı, Kuran ahlakını benimsemiş bir mümin yetiştirmek elbette
bir ibadet hükmüne geçebilir. Ancak aksi bir niyette insan dünyada
da, ahirette de bu niyetinin kötü sonucu ile karşılaşır. Eğer çocuğu
Allah'ın kendisine lütfedeceği bir emanet olarak görmez de, kendisine
ait olan ve onun sayesinde çevresine böbürlenip gururlanacağı bir
gösteriş unsuru sayarsa, doğru yoldan sapmış olur.
Bunun ahiretteki karşılığı ise yıkıcıdır. Ahiret
günü, dünyada kendine en büyük destekçi gördüğü çocuğunu unutur;
hatta azaptan kurtulabilmek için eşini, ailesini, kardeşini fidye
vermek istediği gibi çocuğunu da fidye vermek ister. Böylece azaptan
kurtulabileceğini sanır. Fakat o gün azaptan hiçbir şekilde kaçış
yoktur.
Aslında cahiliye toplumu insanları için çocuk yalnızca
ahirette değil, dünyada da pek çok probleme sebep olur. İlk başta
çocuklar, doğumlarından itibaren ailelerinin büyük bir vaktini alır
ve çok büyük zorluklarla yetişirler. Bu zorluğu anne, daha hamilelik
döneminden itibaren hissetmeye başlar. Çünkü herşeyini bedeni içinde
taşıdığı bebeğe göre ayarlamak zorundadır. Yiyeceğine, içeceğine
ve hareketlerine titizlik göstermesi gerekmekte, özellikle hamileliğin
son aylarında, artık doğru dürüst hareket edemez bir hale gelmektedir.
Kaldı ki çocuk doğduktan sonra da, insan için başlı başına bir meşgale
olur. Anne, sanki ayağından bir yere bağlanmış gibi, bebekten ayrı
hareket edemez hale gelir. Çocuğun bir an önce büyümesi beklenirken,
bu süre zarfında kendi yaşamındaki yılların ne kadar hızlı geçtiğinin
farkına bile varamaz. Allah rızası için sabredildiğinde büyük bir
ibadet hükmüne geçecek olan bu zorluklar, cahiliye kültürüne sahip
bir insan için amaçsız bir sıkıntıdan başka bir şey değildir.
Cahiliye kültüründe karşılaşılan en büyük hayal
kırıklığı çocukların büyümesiyle yaşanır. Allah'ın emrettiği ahlak
doğrultusunda eğitilmeyen bir çocuk, doğal olarak cahiliye toplumunun
bozuk ahlakını benimser. Bu kötü ahlakın neticesinde ise ancak anne
babasına karşı isyankar, vefasız bir insan ortaya çıkar. Anne-baba
çocuklarını bir nevi gelecek garantisi olarak görmüş, onun ileride,
yaşlılık dönemlerinde kendilerinin en büyük destekçisi olacağını
sanmışlardır. Oysa isyankar bir ahlakla yetişen kişi, çoğu kez bu
inceliklerden tamamen yoksundur. Kendi isteklerini gerçekleştirmeye,
çıkarlarını korumaya çalışacak, anne ve babasının kendisi ile ilgili
planlarını da ancak bu çıkarlarına uyarsa yerine getirecektir. Hatta
anne-babanın kendilerini bir huzurevinde terk edilmiş olarak bulmaları
da az rastlanan bir sonuç değildir.
Oysa Kuran ahlakıyla yetiştirilmiş bir çocuğun
davranışları bambaşkadır. Çünkü Kuran'da anne babanın emeğinden,
onlara karşı gösterilmesi gereken saygıdan bahsedilir ve yaşlılık
zamanında onları incitmemek emredilir:
Rabbin, O'ndan başkasına kulluk
etmemenizi ve anne-babaya iyilikle-davranmayı emretti. Şayet onlardan
biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: "Öf"
bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara acıyarak
alçakgönüllülük kanadını ger ve de ki: "Rabbim, onlar beni küçükken
nasıl terbiye ettilerse Sen de onları esirge." (İsra Suresi, 23-24)
Ayetlerden de anlaşıldığı üzere bir insanı yetiştirmek,
ona ahiretteki durumunu düşünerek eğitim vermek çok asil bir görevdir.
Ama, eğer çocuk dünyaya ve onun geçici yararına yönelik planlar
doğrultusunda büyütülür, hazırlanırsa; bu, dünyaya yönelik her iş
gibi geçici, tatmin etmeyen ve sonuçsuz bir iş olur. Üstelik Allah
rızası için yetiştirilen çocuk mümin ahlakını benimsemese de kaybedilen
bir şey yoktur. Çünkü tüm insanların velisi Allah'tır ve kişi O'nu
razı edecek şekilde bir eğitim verdiğinde, artık gerisini Allah'a
havale etmiş ve hiç silinmeyecek bir sevabı almıştır.
Dünyayı düşünüp yetiştirdiği çocuğunda ise istediğini
bulamayacağı gibi, aynı zamanda ahirette de ne çocuğunun kendisine,
ne de kendisinin çocuğuna bir faydası olamayacaktır. Kuran'da bu
durum özellikle vurgulanır:
"… Fakat 'kulakları patlatırcasına
olan o gürleme' geldiği zaman kişi o gün kendi kardeşinden kaçar;
annesinden ve babasından, eşinden ve çocuklarından. O gün onlardan
her birisinin kendine yetecek bir işi vardır." (Abese Suresi,
33-37)
Başta da belirttiğimiz gibi insan, ancak Allah'a
kulluk etmek üzere yaratılmıştır. Dünyadaki yaşamı içerisinde kendisine
gösterilen tüm süsler, yalnızca onun Rabbine kulluk edip etmediğini
denemek, O'nun rızasına uygun bir yaşam sürüp sürmediğini gözlemlemek
içindir. Nitekim insan öldükten sonra, dünya hayatında yapmış olduğu
ibadetlere ya da inkara göre ahirette hesap verecek ve yaptıklarına
karşılık olmak üzere ya cennet, ya da Allah'ın sonsuz azabı olan
cehennem ile karşılık görecektir. Bu nedenle insanların aklını çelen
dünyadaki tüm süslerin, Allah katında hiçbir değeri yoktur. İnsanı
Allah'a yakınlaştıracak ve ahiret hayatında onu cehennemin sonsuz
azabından kurtaracak şey; sahip olduğu malları ve çocukları değil,
ancak takvası ve imanıdır. Ayetlerde bu çok açık bir biçimde ifade
edilir:
Bizim katımızda sizi (bize) yaklaştıracak
olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip salih
amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına
karşılık olmak üzere kat kat mükafaat vardır ve onlar yüksek köşklerinde
güven içindedirler. (Sebe Suresi, 37)
Gerçekten inkar edenlerin ise,
ne malları, ne çocukları, onlara Allah'tan yana bir şey sağlayamaz.
İşte onlar, ateşin halkıdırlar, onda temelli olarak kalacaklardır.
(Al-i İmran Suresi, 116)
Ne malları, ne çocukları onlara
Allah'a karşı hiçbir şeyle yarar sağlamaz. Onlar, ateşin halkıdır,
içinde süresiz kalacaklardır. (Mücadele Suresi, 17)
xx
|
xx |