|
GERÇEK YURT:
AHİRET
Pek çok insan, dünya üzerinde eksiksiz ve mükemmel
bir yaşamın kurulabileceğini sanır. Gerekli maddi imkanlar elde
edildiğinde, bu dünyadaki yaşamın insanı tam olarak tatmin edebileceğini
ve mutlu kılabileceğini düşünür. En yaygın kanaate göre insan, maddi
bir zenginlik, "mutlu bir yuva" ve diğer insanlar gözünde saygınlık
(statü) elde ettiğinde, kusursuz bir hayat kurmuş olur.
Oysa Allah, Kuran'da bizlere bu tür bir bakış açısı
vermez. Aksine, Kuran'da bildirildiğine göre, dünya üzerinde sürdürdüğümüz
yaşam, asla eksiksiz, mükemmel ve sorunsuz olamaz. Çünkü, özellikle
böyle olamayacak şekilde tasarlanmıştır.
"Dünya" kelimesinin kökeni bu konuda çok önemli
bir anlam içerir. Kelime, Arapça'daki "deniy" sıfatından türemiştir.
"Deniy" ise, alçak, düşük, basit, değersiz gibi anlamlara gelmektedir.
Bu durumda "dünya" kelimesi de, bu sıfatları içeren bir mekan anlamını
taşır.
Nitekim, dünya hayatının değersizliği ve önemsizliği
Kuran'da sık sık vurgulanır. Dünya hayatını güzel kıldığı düşünülen
tüm faktörler—zenginlik, iş hayatı, evlilik, çocuklar, başarı
vs.—Kuran'a göre aslında geçici ve aldatıcı birer metadan
başka birşey değildirler:
Bilin ki, dünya hayatı ancak
bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi
aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir
'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin
ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir,
bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir.
Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir mağfiret ve bir
hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan
başka birşey değildir. (Hadid Suresi, 20)
Bir başka ayette, insanın dünya hayatı dolayısıyla
nasıl bir aldanışa kapıldığı şöyle açıklanır:
Hayır siz, dünya hayatını seçip
üstün tutuyorsunuz. Ahiret ise daha hayırlı ve daha süreklidir.
(A'la Suresi, 16-17)
Sorun da, üstteki ayette dendiği gibi, dünya hayatının
ahirete üstün tutulmasıyla başlar. Çünkü insanlar, dünya hayatını
ahirete üstün tutmakla, Allah'ın vaadine ve dolayısıyla Allah'a
yüz çevirmiş olmaktadırlar. Allah Kuran'da bu insanları "Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya
hayatına razı olanlar ve bununla tatmin bulanlar ve bizim ayetlerimizden
habersiz olanlar" (Yunus Suresi, 7) olarak tanımlar ve bunların
Cehennem'e gideceklerini haber verir.
Elbette, dünya hayatının eksikliği, bu dünyada
güzel şeylerin var olmadığı anlamına gelmez. Aksine, Allah dünyayı
Cennet'i hatırlatacak pek çok güzel nimetle doldurmuştur. Fakat
bu güzelliklerin yanına Cehennem'e ait olan eksiklik, çirkinlik
ve kusurlar da katılmıştır. Dünyada, imtihan ortamının hikmeti gereği
Cennet ve Cehennem'e ait özellikler karışık ve birarada bulunurlar.
Bu şekilde müminler hem Cennet hem de Cehennem hakkında fikir edinir,
hem de kendilerini dünyadaki kısa ve geçici yaşama kaptırmak yerine,
gerçek, kusursuz, eksiksiz ve sonsuz yaşam olan ahirete yönelirler.
Allah'ın kulları için seçip beğendiği yaşam da işte bu ahiret hayatıdır.
Ahiret Kuran'da insanların gerçek ve ebedi yurdu olarak tarif edilir.
İşte bu nedenle, ahiret yurdunu kazanmak, yani
Cennet'e kavuşmak için ciddi bir çaba gerekmektedir. Allah inanan
kullarına bunu emretmiştir:
Rabbinizden olan mağfiret ve
eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o,
muttakiler için hazırlanmıştır. (Al-i İmran Suresi, 133)
CENNET İÇİN YARIŞANLARIN DURUMLARI
Mümin Kuran'da sonsuz bir ecir, sonsuz bir mükafat,
sonsuz bir mutlulukla müjdelenmiştir. Ancak çoğunlukla dikkatlerden
kaçan önemli bir nokta vardır. O da, sonsuz zaman içinde, sonsuz
güzelliklere uzanan bu müjdenin, mümin daha dünyadayken başladığıdır.
Çünkü mümin ahirette Cennet'le müjdelendiği gibi, bu dünyada da
Allah'ın lütuf ve ikramından, nimetinden mahrum bırakılmamıştır.
Kuran'da, salih amellerde bulunan müminlerin bu
dünyada da güzel bir hayatla yaşatılacakları haber verilir:
Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min
olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel
bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle
muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)
Hem bir mükafat ve şevk kaynağı hem de karşılıksız
lütuf ve ihsanının bir göstergesi olarak salih kullarına dünyada
nimet ve güzellik vermesi Allah'ın değişmez bir kanunudur. Zenginlik,
ihtişam ve güzellik Cennet'in en temel özelliklerinden olduğu için,
Allah sevdiği seçkin kullarına Cennet'i hatırlatacak, onların Cennet'e
kavuşma arzu ve heyecanlarını artıracak nimetlerin ve ortamların
benzer örneklerini bu dünyada da yaratır. Bu yüzden, nasıl inkarcıların
ebedi azapları daha bu dünyadan başlıyorsa, salih müminler için
vadedilen ebedi güzellikler de kendilerine dünyadaki hayatlarında
gösterilmeye başlanır. Allah mümine, onu denemek kastıyla, hayatı
boyunca sıkıntılar, çileleler, acılar da verebilir; ama bunlara
Allah rızası için sabreden mümin, tüm bu sıkıntılardan, inkarcı
bir insanın anlayamayacağı manevi bir lezzet alır.
Bir mümin, onu yaratan Allah'ın bilincinde olmasından,
O'nun emir ve yasaklarına uymasından, O'nun insanlar için seçip
beğendiği dini yaşamasından ve ölümünden sonrası için çok büyük
umut ve beklentiler taşımasından ötürü dünyadaki yaşamı boyunca
her türlü ruhsal sıkıntı ve üzüntüden uzaktır. Herşeyden önce kendisini
Yaratan'ın yardımı ve desteği kendisiyle beraberdir. Müminlerin
her namazda, her salih amelde, Allah rızası için yapılan küçük büyük
her işte Allah'ın kendilerini gördüğünü, meleklerin bunları amel
defterlerine yazdığını ve ahirette tüm bunların karşılığını alacaklarını
bilmelerinden doğan bir huzurdur bu. Bu, Allah'ın kendilerini görünmeyen
meleklerle desteklediğini, "önlerinden ve arkalarından izleyenleri"
olduğunu ve bunların kendilerini "Allah'ın emriyle gözetip-korumakta" (Rad
Suresi, 11) olduklarını, O'nun yolunda yapılan mücadelede
galip gelecek olanların, Cennet'le müjdelenmiş olanların hep kendileri
olduklarını bilmelerinden kaynaklanan bir güven duygusudur. Böylece
salih müminler, Allah'ın meleklere, "... iman edenlere sağlamlık katın..." (Enfal
Suresi, 12) vahyi doğrultusunda, asla korkuya ve hüzne kapılmazlar.
Müminler, "bizim Rabbimiz Allah'tır
deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturan" (Fussilet Suresi, 30)
insanlardır. Ve, "onların üzerine melekler iner. 'Korkmayın
ve hüzne kapılmayın, size vadolunan Cennet'le sevinin'" (Fussilet
Suresi, 30) derler. Müminler Allah'ın "kimseye
güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyeceğini" (Araf Suresi, 42)
bilmişlerdir. Kadere ve herşeyi yapıp edenin Allah olduğuna kesin
bir bilgiyle inanırlar ve böylece başlarına gelenlere "Allah'ın
bizim için yazdıkları dışında bize kesinlikle hiçbir şey isabet
etmez" (Tevbe Suresi, 51) diyerek tevekkül ederler. Allah rızasına
uyduklarından ve hep "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir." (Al-i
İmran Suresi, 173-174) dediklerinden dolayı da, onlara hiçbir kötülük
dokunmayacaktır. Ancak dünya bir imtihan meydanı olduğundan elbette
müminin karşısına çeşitli zorluklar çıkabilir. Belli dönemlerde
açlık, hastalık, uykusuzluk, kaza, maddi kayıp, vs. türünden çeşitli
sıkıntılarla karşılaşabilir. Fakirlikle ve zorluklarla da imtihan
olabilir. Ayette bu imtihan şöyle bildirilmiştir:
Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin
hali başınıza gelmeden Cennet'e gireceğinizi mi sandınız? Onlara
öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine
sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; "Allah'ın
yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin, şüphesiz Allah'ın yardımı
pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)
Kuşkusuz ki bu zor durum, peygamberin ve yanındaki
müminlerin Allah'a duydukları saygıyı ve korkuyu, Cennet'e olan
özlemlerini daha da arttırmıştır. Zaten Allah, ayetin sonunda yardımının
çok yakın olduğunu da müjdelemektedir. Sonuçta, "Allah,
takva sahiplerini zafere ulaşmalarıyla kurtarır. Onlara kötülük
dokunmaz ve onlar hüzne kapılmayacaklardır." (Zümer Suresi, 61)
Mümin zorlukların imanının denenmesi için özel
olarak yaratıldığını, güzel bir sabır ve tevekkül gösterdiği takdirde
bunların ahireti için sınırsız bir ecir kaynağı, olgunlaşması için
büyük fırsatlar olduğunu bildiğinden, huzur, mutluluk ve neşesinden
hiçbir şey kaybetmez. Hatta şevk ve heyecanı daha çok artar. Bu
sıkıntılar onun ruhi dengesini, dirayet ve kararlılığını hiçbir
zaman olumsuz yönde etkilemez.
Bu durum kafirler içinse tam tersidir. Bir inkarcı,
çektiği çeşitli bedensel acıların yanında, ruhen de azap çeker.
Korku, üzüntü, ümitsizlik, tedirginlik, karamsarlık
gibi inkarcıların karakteristik özelliği olan negatif duygular,
onların Cehennem'de çekecekleri azabın manevi kısmının bu dünyadaki
küçük bir başlangıcını oluştururlar. Allah, saptırdığı bu insanların "göğsünü sanki göğe yükseliyormuş gibi
dar ve sıkıntılı" kılar ve "iman etmeyenlerin üzerine böyle pislik
çökertir." (En'am Suresi, 125)
Allah, buna karşın kendisinden bağışlanma dileyen,
tevbe eden salih müminleri dünyada da güzel bir surette faydalandıracağını
ve ihsanda bulunacağını başka ayetlerde de bildirmiştir. Hud Suresi'nin
3. ayetinde şöyle bildirilir:
Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin,
sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar
güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine
kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin
için büyük bir günün azabından korkarım. (Hud Suresi, 3)
Bir başka ayette de müminlerin dünya hayatı şöyle
tarif edilir:
Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?"
dendiğinde "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara
güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin
yurdu ne güzeldir. (Nahl Suresi, 30)
Ahiret yurdu bu dünyadan daha hayırlı ve üstündür.
Dünya hayatının tüm güzellikleri, ahiret yurdu ile mukayese edildiğinde
değerini tamamen yitirmektedir. O halde bir hedef belirlenecekse
bu hedefin sadece ahiret olması gerekmektedir. Zaten bunu hedefleyen
müminlere Allah, dünya hayatlarında da nimetlerini artırmaktadır.
MÜMİNLERİN GERÇEK YURDU; CENNET
Allah, huzuruna mümin olarak gelecekler için içlerinde
ebedi olarak kalacakları Cennet'i vadetmiştir. Allah'ın vaadi ise
şüphesiz ki gerçekleşmesi kuşku götürmeyen en kesin sözdür. Böylece
kesin bir bilgiyle inananlar, bu vaadin gerçekleşeceğinden asla
kuşkuya kapılmazlar ve mümin olarak canlarını teslim ettikleri takdirde
günahlarının bağışlanarak Cennet'e kabul edileceklerini bilirler.
Bir ayette şöyle denir:
Adn Cennet'leri (onlarındır)
ki, Rahman (olan Allah, onu) kendi kullarına gaybtan vadetmiştir.
Şüphesiz O'nun vaadi yerine gelecektir. (Meryem Suresi, 61)
En sonunda o beklenen an gelir. Bir müminin hayatı
boyunca tefekkür ettiği, kavuşabilmek için dua ettiği ve layık olabilmek
için vargücüyle çalıştığı yer, "kalınacak yerlerin en hayırlısı"
ve "Allah katındaki asıl varılacak güzel yer"dir: Cennet. Müminler
için hazırlanmış ve onlara sunulmak üzere kapıları açılmıştır. Müminlerin
Cennet'e girişleriyle ilgili bir ayette, bu eşsiz manzara şöyle
tarif edilir:
Onlar Adn Cennet'lerine girerler.
Babalarından, eşlerinden ve soylarından salih davranışlarda bulunanlar
da. Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler:) "Sabrettiğinize
karşılık selam size. Yurdun sonu ne güzel." (Rad Suresi, 23-24)
CENNET'TEKİ GÜZELLİKLER
Takva sahiplerine vadedilen Cennet;
onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri süreklidir.
Bu korkup-sakınanların (mutlu) sonudur, inkar edenlerin sonu ise
ateştir. (Rad Suresi, 35)
Konuya başlamadan önce hemen belirtilmesi gereken
çok önemli bir nokta vardır: Yaygın bir inanış olan, "Cennet'in
sadece doğal güzelliklerden, yeşilliklerden ve akarsulardan ibaret
olduğu" fikri, Kurani değildir. Elbette ki doğal güzellikler ve
yeşillikler Cennet'in mükemmel atmosferini tamamlayan, çok güzel
ve estetik bir fon teşkil eder. Köşklerin ve gölgeliklerin bahçelerin
içinde, pınarların yanı başında kurulmuş olmasının hikmeti de budur.
Ancak, yalnız başına "yeşillik" Cennet'in tamamını tarif etmek için
yeterli olamaz.
Bir kısmı dünyadakileri andıran, bir kısmı ise
daha önce hiçbir nefsin görüp bilmediği, "çeşit çeşit inceliklere
ve güzelliklere sahip" (Rahman Suresi, 48) olan Cennet'in nimet
ve güzellikleri, tahayyül ve ifade sınırlarımızın çok ötesindedir.
Bilinmelidir ki, bizim hayal gücümüzün ötesinde ve Allah'ın sonsuz
ilmiyle hazırlanmış birçok güzellik ve sürpriz de Cennet'te müminleri
beklemektedir. Özellikle "... Rableri katında her diledikleri onlarındır.
İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur" (Şura Suresi, 22)
ayetinde bildirildiği gibi, tüm doğal güzellikler de dahil Cennet'teki
herşey müminin kendi zevkiyle dilemesi neticesinde gerçekleşmektedir.
Yani Kuran'da bildirilmiş güzelliklerin ötesinde, kişinin hayal
gücü, Allah'ın izni ve lütfu sayesinde cennet ortamını şekillendirecektir.
CENNET'TE MÜMİNLERİN YAŞADIKLARI
ORTAM
Allah, mümin erkeklere ve mümin
kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan Cennet'ler
ve Adn Cennet'lerinde güzel meskenler vadetmiştir. Allah'tan olan
hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.
(Tevbe Suresi, 72)
Müminlerin dünya hayatlarını geçirdikleri evler,
"(Bu nur,) Allah'ın, onların yüceltilmesine
ve isminin zikredilmesine izin verdiği evlerdedir; " (Nur Suresi,
36) mekanlardır ve yine Allah'ın emri doğrultusunda tertemiz
tutulan, özen gösterilen yerlerdir. Cennet evleri de bunun benzeri
olarak yine, müminlerin Allah'ı andıkları ve O'na şükrettikleri
tertemiz mekanlardır.
Müminlerin yaşadıkları güzel meskenler, evler,
köşkler bir önceki bölümde tasvir edilen doğal güzelliklerin içinde
kurulmuş olabileceği gibi, bunların son derece modern ve estetik
mimariye sahip şehirlerde inşa edilmiş olması da mümkündür.
Kuran'da sözü geçen evler, genellikle doğal güzelliklerin
içine inşa edilmiştir. Bunu bildiren bir ayet şöyledir:
Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar
ise, onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler
bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu), Allah'ın
va'didir. Allah va'dinden dönmez. (Zümer Suresi, 20)
Ayette bahsedilen, yüksek yerlerde kurulmuş köşklerin
altlarından sular akar, bu manzarayı seyretmek için geniş pencereli
ya da dört bir tarafı camlardan inşa edilmiş salonlar olabilir.
Böylece insan ruhunun en çok zevk alacağı şekilde döşenmiş evlerde,
tahtlar üzerinde yaslanırken ve en güzel meyveler ve içeceklerle
rızıklandırılırken müminler, yükseklerden bakarak birbirinden muhteşem
manzaraları da seyretme zevkini tadarlar.
Köşklerin tasarımı ve döşenmesi en kaliteli malzemeyle,
en uyumlu renklerle yapılmıştır. Rahat koltukları, karşılıklı oturulan
tahtları vardır. Allah tahtlara birçok ayette dikkat çekmiştir. "Özenle işlenmiş mücevher tahtlar üzerindedirler.
Karşılıklı yaslanmışlardır." (Vakıa Suresi, 15-16), "özenle dizilmiş
tahtlar üzerinde yaslanmışlardır..." (Tur Suresi, 20) ayetlerinden
de anlaşılacağı gibi tahtlar zenginlik, ihtişam ve kudret sembolüdür.
Allah kendilerine Cennet'i nasip ettiği müminlere böylesini layık
görmüştür. Onlar Cennet'teki tahtlar üzerinde kurulup yaslanırlar.
Bu ortamda müminler sürekli Allah'ı anarlar.
Adn Cennet'leri (onlarındır);
oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler.
Ve orada onların elbiseleri ipek(ten)dir. Derler ki: "Bizden hüznü
giderip yok eden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten
bağışlayandır, şükrü kabul edendir. Ki O, bizi kendi fazlından
(ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir
yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz."
(Fatır Suresi, 33-35)
Cennet'teki malzemenin temeli "çeşit çeşit incelik"
ve "çarpıcı güzellikler"dir. Bunlar Allah'ın sonsuz ilminin ve sanatının
birer yansımasıdır. Örneğin tahtlar mücevherli, yükseklere kurulmuş
ve özenle dizilmiştir. Kıyafetler ipekten ve atlastandır, altın
ve gümüş takılar bu kıyafetleri süslemektedir. Allah çok detay vermiş
ancak hayal gücünü açık bırakan ifadeler de kullanmıştır. Büyük
bir ihtimalle Cennet'te her müminin kendi zevkine göre ayarlanmış
görüntüler oluşmaktadır. Kuşkusuz Allah, Cennet'e layık ve ehil
kıldığı değerli müminlere, Kuran'da belirttiği nimetlerin dışında
daha nice sürprizler hazırlamıştır.
CENNET HAYAL GÜCÜ SINIRLARININ ÖTESİNDEDİR
... Orada nefislerin arzu ettiği
ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz
kalacaksınız. (Zuhruf Suresi, 71)
Kuran'daki tarif, tasvir ve benzetmelerden, ayrıca
Bakara Suresi 25. ayette belirtildiği üzere, 'Cennet nimetlerinin
dünyadakilere benziyor olması'ndan yola çıkarak, Cennet'in nasıl
bir yer olacağını ana hatlarıyla tahmin edebilmekteyiz. Biliyoruz
ki Allah müminleri "kendilerine tarif edip tanıttığı
Cennet'e sokacaktır" (Muhammed Suresi, 6). Böylece dünya
hayatında da, Allah'ın izniyle Cennet'e dair bilgiler edinmemiz
mümkün olmaktadır. Ancak edinilen bu bilgi, sadece Allah'ın bize
öğrettiği ve Cennet'i tefekkür etmemize vesile olan bilgidir. "Bu
bilgi Cennet'in tamamını tarif ediyor" diyemeyiz. Özellikle, bazı
ayetlerde dikkat çekilen çok önemli bir ayrıntı vardır, bu da Cennet'in
"hayal gücünü harekete geçiren" tasviridir. Şimdi, bu ayetlere bakmadan
önce hatırlatılması gereken bir noktaya değinelim. Kuran'da bahsi
geçen "bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen
sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve
süzme baldan ırmaklar" (Muhammed Suresi, 15) örneği bizlere,
Cennet'in, insanların hayallerindeki biçiminden de öte bir yer olduğunu
hissettirir. Bu ayet insan ruhunda, Cennet'in bir 'sürprizler mekanı'
olduğu izlenimini uyandırmaktadır.
Başka bir ayette de Allah Cennet'ten "bir şölen"
olarak bahseder:
Ama Rablerinden korkup-sakınanlar;
onlar için Allah katında -bir şölen olarak- altından ırmaklar
akan -içinde ebedi kalacakları- Cennet'ler vardır. İyilik yapanlar
için, Allah katında olanlar daha hayırlıdır. (Al-i İmran Suresi,
198)
Allah bu ayetinde Cennet'i bir kutlama, bir eğlence
yeri olarak tanıtmıştır. Dünyanın "bitişi", imtihanın kazanılması
ve Kuran'daki tarifiyle asıl yurda yani kalınacak yerin güzel olanına
ulaşılması, şüphesiz ki kutlanmaya değer bir sonuçtur. Bu kutlama,
süresi, boyutları ve içeriği dünyadakilerin hiçbiriyle kıyaslanamayacak
kadar görkemli bir kutlama olacaktır. Böyle bir şölenin, dünyada
geçmişten günümüze dek, tüm kavimlerin, tüm ülkelerin adet ve geleneklerinde
yer alan kutlama, gösteri ve eğlencelerin ötesinde olacağı muhakkaktır.
Ebedi hayatta bu tür şölenlerle ve buna benzer,
bitmek tükenmek bilmeyen envai çeşit nimetlerle sürekli meşgul olmak,
yalnızca Cennet'e özgü bir vasfı da beraberinde getirecektir; yorulmamak.
Kuran'da, bu mükemmellik Cennet'teki müminlerin ağzından şöyle duyurulur:
"... burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık
da dokunmaz." (Fatır Suresi, 35) Elbette bu yorgunluğa zihinsel
yorgunluk da dahildir.
Dünyevi şartlarda insan, bedenen zayıf yaratıldığından
kolay yorulur. Yorulduğunda ise zihni bulanmaya başlar, dikkati
dağılır, sağlıklı düşünebilmesi zorlaşır, algılaması da zayıflar.
Oysa bu durum Cennet'te söz konusu olmayacaktır. Zihin, müminin
Allah'ın nimetlerini eksiksiz algılayabilmesi ve bunlardan zevk
alabilmesi için her zaman açık, şuur keskin olacaktır. Dünyanın
eksikliklerinden birisi olan yorgunluk hissi ortadan kaldırılacağı
için müminlerin sonsuz nimetlerden aralıksız istifade edebilmeleri
mümkün olacaktır. Alınan haz kesintisizdir, bir nimetten diğerine
geçiş olur. Zevk almaktan bıkkınlık duyulmaması Allah tarafından
garantilenmiştir.
Yorgunluğun ve bıkkınlığın dokunmadığı bir ortamda
Allah, müminlerin "her diledikleri şey"i yaratarak
onları ödüllendirmektedir. Hatta "orada diledikleri herşey onlarındır,
katımızda daha fazlası da var" (Kaf Suresi, 35) diyerek Allah,
insanın isteyebileceğinden, hayal edebileceğinden de fazlasını vereceğini,
sınırlı isteklerimizin, Cennet'te kat kat arttırılacağını belirtmektedir.
Unutulmaması gerekir ki, 'doğruluk makamı' olan
Cennet'in en büyük nimetlerinden biri de Cehennem azabından korunmuş
olmaktır. (Duhan Suresi, 56) Uğultusunu bile duymadıkları (Enbiya
Suresi, 102) Cehennem'i dilediklerinde görebilen, Cehennem halkı
ile konuşabilen müminler için tüm bunlar, büyük şükür vesilesi olmaktadır:
Dediler ki: "Biz doğrusu daha önce,
ailemiz (yakın akrabalarımız) içinde endişe edip-korkardık. Şimdi
Allah, bize lütufta bulundu ve hücrelere kadar işleyen kavurucu
azaptan korudu. Şüphesiz biz bundan önce O'na dua (kulluk) ederdik.
Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta kendisidir."
(Tur Suresi, 26-28)
Cennet öyle ihtişamlı bir mekandır ki, Kuran'daki
tarifi şudur: "Her nereye baksan, bir nimet
ve büyük bir mülk görürsün." (İnsan Suresi, 20) Burada gözlerin
gezdirilip de boş geçeceği bir ayrıntı söz konusu değildir. Her
yer ve her köşe, ya da 'görüntünün her karesi' Allah'ın eşsiz ilmi
sayesinde sayısız nimetlerle donatılmıştır. Sadece ve sadece Allah'ın
rahmet edip bağışladığı ve Cennet'ine soktuğu müminlere has kılınmış
olarak... "Rableri onların göğüslerinde kinden
(ne varsa tümünü) sıyırıp-çekmiştir, kardeşler olarak tahtlar üzerinde
karşı karşıyadırlar." (Hicr Suresi, 47) Onlar, "onda
ebedi olarak kalıcıdırlar, ondan ayrılmak istemezler." (Kehf Suresi,
108)
TÜM NİMETLERİN EN ÜSTÜNÜ: ALLAH'IN
RIZASI
Allah, mümin erkeklere ve mümin
kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan Cennet'ler
ve Adn Cennet'lerinde güzel meskenler vadetmiştir. Allah'tan olan
hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.
(Tevbe Suresi, 72)
Yukarıda Cennet'te var olan nimetlerin göz kamaştırıcılığını
birlikte inceledik. Ortaya çıkan tablo, Allah'ın Cennet'te, insanın
beş duyusuna olabilecek en büyük zevk ve lezzetleri tattırdığını
göstermektedir.
Ancak Cennet'in tüm bunlardan çok daha üstün olan
en büyük nimeti, Allah'ın rızasıdır. Müminin Allah'ın rızasını kazanabilmiş
olmasından dolayı hissettiği sevinç ve huzurdur. Dahası, Allah'ın
verdiği herşey için O'ndan razı olmanın, O'na daimi bir şükür içinde
bulunmanın verdiği asıl mutluluktur. Kuran'da, Cennet ehli anlatılırken
bu vasfa şöyle dikkat çekilir:
... Allah onlardan razı oldu,
onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk'
budur. (Maide Suresi, 119)
Aslında Cennet'in diğer nimetlerini değerli kılan
şey de, yine Allah'ın rızasıdır. Çünkü aynı nimetler dünyada da
kısmen var olabilirler, ama Allah'ın rızası dahilinde olmadıktan
sonra mümin için bir anlam taşımazlar.
Bu nokta son derece önemlidir ve iyi düşünülmesi
gerekir. Temel kural şudur: Nimeti asıl değerli kılan şey, onun
kendi içinde taşıdığı lezzet ve zevkin çok daha ötesinde bir şeydir.
Asıl değer, o nimetin Allah tarafından "ikram" edilmiş olmasıdır.
O nimeti kullanan ve şükreden mümin, Allah'ın ikramıyla muhatap
olduğunu, Allah'ın kendisini sevdiğini, koruyup-gözettiğini ve kendisine
rahmetinden tattırdığını hisseder ki, asıl hazzı bundan alır.
İşte bu nedenle, insanın kalbi ancak Cennet'le
tatmin olur. Allah'a kulluk etmek için yaratılmıştır ve bu yüzden
ancak O'nun ikramından zevk alır. Dünyada ise, Cennet'i andıran
ortamlarda, yani nimetlerin O'nun rızasına uygun ve O'na şükredilerek
kullanıldığı ortamlarda huzur bulur. İnkarcıların eskiden beridir
hayalini kurdukları "yeryüzünde cennet" ideali, işte bu nedenle
mümkün değildir. Cennet'te var olan maddi güzelliklerin dünyadaki
benzerlerini alıp bir yere toplasanız bile, Allah'ın rızası olmadıktan
sonra, hiçbir anlam ifade etmezler çünkü. Hem Allah, o maddi güzelliklerden
alınan zevki de hemen yok eder.
Kısacası, Cennet Allah'ın bir ikramıdır ve bu
nedenle değerlidir. Cennet ehli, "ikrama layık
görülmüş kullar"dan (Enbiya Suresi, 26) oldukları için ebedi
mutluluk ve sevince kavuşurlar. Orada söylenecek en hikmetli söz
ise "celal ve ikram sahibi olan" Allah'ın adını
övüp yüceltmektir. (Rahman Suresi, 78)
İNKARCILARIN YURDU CEHENNEM
İnkar edenlerin içinde sonsuza kadar
kalacakları yer, insan bedeni ve ruhuna acı tattırmak için özel
olarak yaratılmış olan Cehennem'dir.
Çünkü inkar edenler suçludurlar ve Allah'ın
adaleti, her suç için bir ceza gerektirir. İşledikleri suç ise,
olabilecek en büyük suçtur. İnsanın kendini yaratan, kendine can
veren Allah'a isyan ve nankörlük etmesi, tüm evrendeki en büyük
suçtur. Böyle büyük bir suça da büyük bir ceza gerekir ki, Cehennem
bu adaleti yerine getirmek için vardır. İnsan Allah'a kul olsun
diye yaratılmıştır. Yaratılış amacını reddederse, karşılığını görür.
Allah, bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
... Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; Cehennem'e
boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir. (Mü'min Suresi, 60)
Madem insanların pek çoğu sonunda Cehennem'e gidecektir
ve kimsenin de Cehennem'den kurtulmak için bir garantisi yoktur,
o halde insanlığın en büyük meselesi bu olmalıdır. Bizim için en
büyük tehlike Cehennem'dir ve hiçbir şey, kendimizi Cehennem'den
korumaktan daha önemli değildir. Dünya üzerindeki hiçbir iş, Cehennem'den
kurtulmak için yapılacak işlerden önemli olamaz.
Bu açık gerçeğe karşın, insanların neredeyse tamamı
bir tür sarhoşluk hali içindedirler. Kendilerine başka dertler bulurlar.
Önemsiz bir konu için aylarca, yıllarca çalışırlar da, kendileri
için en büyük tehlike olan Cehennem'i düşünmezler bile. Ateş yanı
başlarındadır, ama bunu fark edemeyecek kadar kördürler. Kuran'da,
"daimi sarhoşluk" (gaflet) halindeki bu çoğunluktan şöyle söz edilir:
İnsanları sorgulama (zamanı)
yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar. Rablerinden
kendilerine yeni bir hatırlatma gelmeyiversin, bunu mutlaka oyun
konusu yaparak dinliyorlar. Onların kalpleri tutkuyla oyalanmadadır...
(Enbiya Suresi, 1-3)
İnsanların kalpleri tutkuyla oyalanmadadır. Anlamsız
saplantılar üzerine tüm hayatlarını harcamaktadırlar. Kimisi işinde
yükselmeyi, kimisi "mutlu bir yuva" kurmayı, çok para kazanmayı
ya da boş bir ideolojiyi savunmayı hayatının amacı haline getirmiştir.
Önlerindeki büyük tehlikenin ise farkında değildirler. Cehennem
genel olarak hayali bir kavram olarak kabul görür.
Oysa Cehennem, şiddetle bağlandıkları bu dünyadan
daha gerçektir. Dünya yok olacaktır, ama Cehennem sonsuza dek vardır.
Dünyayı, evreni ve insanı eşi benzeri bulunmaksızın sayısız denge
ve ayrıntı üzerinde kusursuz bir sanatla yaratan Allah, aynı şekilde
ahireti ve Cehennem'i de yaratmıştır. Ve Cehennem azabını bütün
müşrik, münafık ve kafirlere vaat etmiştir.
Yaratılmış en kötü mekan olan Cehennem, hayal gücünün
alabileceğinden çok öte bir azap kaynağıdır. Bu azap Allah'ın şanına
yakışır şekilde yaratılmıştır ve dünyada mümkün olan en büyük acılardan
kat kat şiddetli acılar içerir.
İnsanın kafasına çarpacak ikinci bir gerçek ise
bu azabın Cehennem'e giren herkes için sonsuza dek sürecek olmasıdır.
Cahiliye toplumu içindeki birçok insan, Cehennem azabının belirli
bir zaman süreceği sonra da bağışlanacakları gibi bir hurafeye inanır.
Bu inanç özellikle kendilerini Müslüman sayıp, ibadetlerini tam
olarak yapmayanlar arasında oldukça yaygındır. Bu kişiler dünya
hayatından istedikleri kadar yararlanıp, bunun karşılığında Cehennem'de
bir süre kalacaklarını, daha sonra affedileceklerini zannederler.
Ama kendilerini bekleyen son, tahmin ettiklerinden çok daha acıdır.
Çünkü Cehennem sonsuza dek sürecek bir azap mekanıdır. Kuran'ın
hiçbir ayetinde, Cehennem'de "biraz" azap görüp sonra da Cennete
alınacak insanlardan söz edilmez. Aksine, ilgili tüm ayetler, sürekli
olarak Cehennem'in kafirler için yaratıldığını ve azabının sonsuza
dek sürdüğünü, geriye hiçbir dönüş olmadığını vurgulamaktadır. İnkar
edenler, "bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır."
(Nebe Suresi, 23)
Kendisini yaratan, kendisine
"işitme, görme ve gönüller" (Nahl Suresi, 78) veren Allah'a
karşı, hayatını nankörlük ve isyan içinde geçiren kimse, sonsuz
azabı hak etmiştir. Kendisini avutmak için öne sürdüğü safsataların
hiçbir yararı olmayacaktır. Dünyada iken yaptığı taşkınlıklar, Allah'ın
dinine karşı gösterdiği kayıtsızlık ve hatta hınç, hakkındaki hükmü
kesinleştirmiştir. Dünyada iken Allah'a karşı büyüklük taslamış,
müminlere karşı da düşmanlık beslemiş olanlara, mahşer günü şöyle
denecektir:
Öyleyse içinde ebedi kalıcılar
olarak Cehennem'in kapılarından girin. Büyüklük taslayanların
konaklama yeri ne kötüdür. (Nahl Suresi, 29)
Cehennem'in en korkunç özelliklerinden biri, azabın
hiçbir zaman bitmeyecek olmasıdır. İçine bir kez girdikten sonra
artık geri dönüş yoktur. Tek gerçek sonsuza kadar sürecek ateş azabıdır.
Allah'ın kahredici ("Kahhar") sıfatının en çok tecelli ettiği nokta
budur. Bununla yüz yüze gelen insan ruhen sonsuz yıkıma uğrar. Çünkü
artık hiçbir umut kalmamıştır. Kuran'da, Cehennem halkının çaresizliğini
şöyle anlatılır:
Fasık olanlar içinse, artık onların
da barınma yeri ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde, geri
çevrilirler ve onlara: "Kendisini yalanladığınız ateş azabını
tadın" denir. (Secde Suresi, 20)
CEHENNEM'DEKİ AZAP ORTAMI
İnkar edenler, Allah'ın huzurunda hesaba çekildikten
sonra kitaplarını sol yanlarından alırlar. Bu an, sonsuza dek içinde
kalacakları Cehennem'e sürülecekleri andır. Kafirler için hiçbir
kaçış imkanı yoktur. Hazır bulundurulan milyarlarca insanın yarattığı
mahşer kalabalığı, kafirler için bir kurtuluş ya da gözden kaçma
imkanı yaratmaz. Kimse bu kalabalığın arasına karışıp kendisini
unutturamaz, kaybettiremez. Cehennem ehlinin her biri, kendisi için
görevlendirilmiş bir şahit, bir de sürücü melekle gelir:
Sur'a da üfürülmüştür. İşte bu,
tehdidin (gerçekleştiği) gündür.
(Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir.
"Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki
örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir."
Onun yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: "İşte
bu, yanımda hazır durumda olan şey."
Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın Cehennem'in
içine,
Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi,
Ki o, Allah'la beraber başka bir ilah edinmişti. Artık ikiniz,
onu en şiddetli olan azabın içine atın. (Kaf Suresi, 20-26)
İşte kafirler bu korkunç yere doğru yüzüstü sürüklenerek
götürülürler. Kuran'ın ifadesiyle "bölük bölük" Cehennem'e doğru
sevkedilirler. Ancak daha ulaşmadan, uzaktan Cehennem'in korkusu
yürekleri sarar. Çünkü Cehennem'in dehşet verici homurtusu ve uğultusu
ta uzaktan duyulur.
... kaynayıp-feveran ederken
onun korkunç homurtusunu işitirler. Öfkesinin şiddetinden neredeyse
patlayıp parçalanacak... (Mülk Suresi, 7-8)
Ayetlerde bildirildiğine göre, inkarcılar, dirilişle
birlikte başlarına gelecekleri hissetmeye başlarlar. Boyunları aşağılanmaktan
ve utançtan ötürü bükülmüştür. Başları düşmüş, dostsuz, yardımcısız
kalmış, kibirleri kırılmış, çökmüş durumdadırlar. Utançlarından
dolayı başlarını kaldırmadan gözlerinin ucuyla bakarlar. Bir ayette
şöyle belirtilir:
Onları görürsün; zilletten başları
önlerine düşmüş bir halde, ona (ateşe) sunulurlarken göz ucuyla
sezdirmeden bakarlar. İman edenler de: "Gerçekten hüsrana uğrayanlar,
Kıyamet günü hem kendi nefislerini, hem yakın akraba (veya yandaş)larını
da hüsrana uğratmışlardır" dediler. Haberiniz olsun; gerçekten
zalimler, kalıcı bir azab içindedirler. (Şura Suresi, 45)
Cehennem nefret doludur, kafirlere doymaz, beşere
azap vermeye susamıştır. İçine atılan çok sayıda inkarcıya rağmen
daha fazlasını ister.
O gün Cehennem'e diyeceğiz: "Doldun
mu?" O da: "Daha fazlası var mı?" diyecek. (Kaf Suresi, 30)
Bir kere yakaladığını sonsuza kadar alıkoyar. Allah,
kitabında Cehennem'i şöyle tarif etmektedir:
Onu Ben, Cehennem'e sürükleyip-atacağım.
Cehennem (sakar) nedir, sen bilir misin? Ne alıkoyar, ne bırakır.
Beşere delicesine susamıştır. (Müddessir Suresi, 26-29)
KİLİTLENEN KAPILARIN ARDINDAKİ SONSUZ
HAYAT
Kafirler, Cehennem'e girdiklerinde Cehennem'in
kapıları üzerlerine kapatılır ve olabilecek en dehşet verici görüntülerle
karşılaşırlar. Biraz sonra ateşe atılacaklarını ve bunun da sonsuza
kadar süreceğini anlamışlardır. Kapıların kapanması, artık bir çıkışın
ya da kaçışın olmadığını gösterir. Allah, inkarcıların durumunu
şöyle haber verir:
Ayetlerimizi inkar edenler ise,
sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş'eme). Kapıları kilitlenmiş
bir ateş onların üzerinedir. (Beled Suresi, 19-20)
Karşı karşıya kaldıkları azap, Kuran'ın ifadeleriyle
"büyük bir azap" (Al-i İmran, 176), "şiddetli bir azap" (Al-i İmran,
4) ve "acıklı bir azap"tır (Ali İmran, 21). İnsanın dünya hayatında
sahip olduğu kıstaslar, Cehennem azabını tam olarak kavramaya yeterli
değildir. Birkaç saniye olsun ateşe veya kaynar suya dayanamayan
insan, sonsuza kadar sürecek bir ateş azabını zihninde gerektiği
gibi canlandıramaz. Hatta dünyadaki ateşin verebileceği herhangi
bir acı, Cehennem azabının şiddeti ile karşılaştırılamaz. Allah'ın
azabının bir benzeri yoktur:
Artık o gün hiç kimse (Allah'ın)
vereceği azap gibi azaplandıramaz. Onun vuracağı bağı hiç kimse
vuramaz. (Fecr Suresi, 25-26)
Kuran'da anlatıldığına göre, Cehennem'de tam anlamıyla
bir hayat, ancak her anı çok yönlü işkencelerle dolu bir hayat söz
konusudur. Cehennem'deki bu hayat ise, aşağılanmanın, rezilliğin,
sefilliğin, fiziksel ve psikolojik eziyetlerin, işkencelerin çok
çeşitli uygulamalarından oluşur. Cehennem'deki azabı dünyadaki herhangi
birşeyle kıyaslamak elbette mümkün değildir.
Cehennem ehli beş duyusuyla da azap çeker. Gözü
dehşet verici ve iğrenç görüntüler görür; kulağı korkunç ve acı
veren sesler, uğultular, gürültüler, çığlıklar, inlemeler, haykırışlar
duyar; burnu olabilecek en pis ve tiksinti verici kokularla dolar;
dili en iğrenç tadları, en dayanılmaz acıları hisseder; derisi ve
tüm vücudu, tek bir hücresi eksik kalmamak üzere yanar, kavrulur,
parçalanır, şiddetli acılar içinde kıvranır. Bir türlü ölüp yok
olmaz. Kuran'ın ifadesiyle "ateşe ne kadar da dayanıklıdır". (Bakara
Suresi, 175) Derileri yenilenir, azapta hiçbir kesinti ve
hafifleme olmadan aynı işkence sonsuza doğru gider. Yine Kuran'ın
ifadesiyle artık kafirler "Girin ona; artık ister sabredin, ister
sabretmeyin. Sizin için birdir. Siz ancak yaptıklarınızla cezalandırılıyorsunuz."
(Tur Suresi, 16)
En az fiziksel acılar kadar şiddetli manevi azaplar
da vardır. Aşağılanır, horlanır, rezil olur, pişman olur, çaresizliğini
ve ümitsizliğini düşündükçe yüreği yanar, kan ağlar. Sonsuzluk aklına
geldikçe mahvolur. Öyle ki, azap bir milyon yıl sonra veya bir milyar
yıl sonra ya da trilyonlarca yıl sonra sona erecek olsa bu onun
için büyük bir umut ve sevinç kaynağı olurdu. Ama azabın bir daha
hiç sonunun gelmeyeceğini, Cehennem'den hiçbir zaman çıkış olmayacağını
bilmenin verdiği ümitsizlik hissi dünyadaki herhangi bir ümitsizlik
hissiyle kıyaslanamayacak bir duygudur.
Kuran'daki tasvirlerden anlaşıldığına göre Cehennem,
pis kokusu, dar, gürültülü, karanlık, isli, dumanlı, izbe ve tekin
olmayan sokakları, hücreleri kavurucu sıcaklığı, en iğrenç yiyecek
ve içecekleri, ateşten elbiseleriyle sonsuza kadar sürecek olan
sayısız azap türünün sergilendiği bir mekandır.
Söz konusu ortamı, fikir vermesi açısından bazı
yönlerden, nükleer savaş sonrasındaki dünyayı tasvir eden filmlerdeki
karanlık, alabildiğine pis, iğrenç, bunaltıcı ortamlara benzetebiliriz.
Elbette böyle bir mekanda ona uygun da bir hayat söz konusudur.
Cehennem ehli duyar, konuşur, tartışır, kaçmaya çalışır, ateşte
yakılır, azabın hafifletilmesini ister, susar, acıkır, pişmanlık
duyar. Şuuru çok açıktır.
Bu ortamda Cehennem ehli, pis ve iğrenç mekanlarda
hayvanlar gibi yaşarlar. Yiyecek olarak yalnızca zakkum ağacını
veya darı dikenini bulabilirler. İçecek olarak ise irin, kan ve
kaynar sudan başka birşeyleri yoktur. Bu arada ateş onları her yanlarından
kuşatmıştır. Yanan derilerinin yerine yenileri yaratılır. Böylece
ateşin verdiği acı, kesintisiz bir şekilde hiç hafiflemeden devam
eder. Derileri dökülmüş, etleri yanmış, iç organları fırlamış, bütün
vücutları yanık, kan, irin içinde olduğu halde zincirlere vurulur
ve kırbaçlanırlar. Tasmalandırılır, elleri boyunlarına bağlı olarak
Cehennem'in daracık yerlerine atılırlar. Zebaniler tarafından ateşten
yataklara yatırılırlar, üzerlerine örttükleri örtüler bile ateştendir.
Bu azaptan kurtulabilmek için sürekli feryat ederler, yalvarırlar,
ama kendilerine cevap bile verilmez. En azından, bir günlük de olsa
azabın hafiflemesini isterler, ama yine aşağılanma ve azapla karşılık
görürler. Cehennem'in bu günleri dünyanın yirmi dört saatlik günlerine
de pek benzemez.
Cehennem'de yaşanacak olan bütün bu olaylar kesin
birer gerçektir. Bugün dünyada sürdürdüğümüz hayat kadar hatta daha
da gerçektirler.
Allah'a, O'nun tam olarak istediği
gibi değil, bir ucundan ibadet edenler (Hac Suresi, 11); "nasıl
olsa Allah bağışlar" diyerek günah işleyip de azapta belirli bir
süre kalacaklarını umanlar (Al-i İmran Suresi, 24); Allah'tan
başka ilahlar edinerek, para, mevki, kariyer gibi kavramları hayatlarının
amacı haline getirenler; Allah'ın dinini kendi istekleri doğrultusunda
değiştirenler, Kuran'ı şahsi menfaatlerine göre yorumlayıp çarpıtanlar,
imandan sonra inkara sapanlar, kısacası bütün kafirler, müşrikler
ve münafıklar hepsi Cehennem'e istiflenirler. Bu Allah'ın kesin
bir sözüdür ve gerçekleşecektir:
Eğer biz dilemiş olsaydık, her
bir nefse kendi hidayetini verirdik. Fakat benden çıkan şu söz
gerçekleşecektir: "Andolsun, Cehennem'i cinlerden ve insanlardan
(inkâr edenlerle) tamamıyla dolduracağım." (Secde Suresi, 13)
Bu insanlar da zaten Cehennem için özel olarak
yaratılmışlardır:
Andolsun, Cehennem için cinlerden
ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri
vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler,
kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir,
hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf
Suresi, 179)
Bütün bu hallerine karşın, artık sonsuza kadar
Cehennem ehline acıyacak, onları ateşten kurtaracak, onlara yardım
edebilecek tek bir kişi yoktur. Allah onlarla ebediyen muhatap olmayacaktır.
Unutulmuşluğun, terk edilmişliğin, itilmişliğin ızdırabını yaşarlar.
"... bugün, kendisine hiçbir sıcak dost yoktur." (Hakka Suresi,
35) Tek muhatap oldukları önlerindeki sonsuz yaşamlarında
kendilerine sayısız azap ve işkenceler uygulayacak olan azap melekleridir;
"zebaniler". Cehennem ehline azap vermekle görevli olan bu melekler
zerre kadar merhamet hissine sahip değildirler. Son derece acımasız,
sert, güçlü ve dehşet verici meleklerdir bunlar. Kendi Rableri ve
alemlerin Rabbi olan Allah'a küfredenlerden, hak ettikleri şekilde
intikam almak için yaratılmışlardır ve görevlerini kusursuz olarak
yerine getirirler. "İltimas" yapmaları, azapı eksik tutmaları, inkarcıları
gözden kaçırmaları mümkün değildir.
İşte insan böyle bir tehlikeyle karşı karşıyadır.
Eğer kendisini yaratmış olan Allah'a nankörce isyan eder ve böylece
olabilecek en büyük suçu işlerse, bu azapla cezalandırılır. Bu nedenle
Allah, insanları bu suçu işlememeleri için uyarmaktadır:
Ey iman edenler, kendinizi ve
yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır;
üzerinde oldukça sert, güçlü melekler vardır. Allah kendilerine
neyi emretmişse ona isyan etmezler ve emredildiklerini yerine
getirirler. (Tahrim Suresi, 6)
Hayır; eğer o, (bu tutumuna)
bir son vermeyecek olursa, andolsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz;
O yalancı, günahkar olan alnından. O zaman da meclisini (yakın
çevresini ve yandaşlarını) çağırsın. Biz de zebanileri çağıracağız.
(Alak Suresi, 15-18)
SONUÇSUZ YALVARMALAR VE ÜMİTSİZLİK
Cehennem ehli, büyük bir çaresizlik içindedir.
Başlarına gelen azap, hem korkunç derecede acı verici hem de sonsuzdur.
Tek çare olarak sızlanmayı, yalvarmayı seçerler. Gördükleri herkese
yalvarırlar. Cennet ehlini görürler, onlardan bir parça olsun su
ve yemek isterler. Allah'a yalvarmaya, merhamet dilemeye çalışırlar.
Ama, hepsi boşunadır.
Yalvarmalarının bir kısmı, Cehennem'in bekçileri
olan zebanileredir. Kendilerine en görülmedik işkenceleri yapan
bu azap meleklerine bile yalvarır ve onlardan kendileri adına Allah'a
aracılık etmelerini isterler. İçinde bulundukları azap o kadar yoğun
bir azaptır ki, onun bir gün için olsun hafifletilmesi için yalvarırlar.
Ama yanıt alamazlar:
Ateşin içinde olanlar, Cehennem
bekçilerine dediler ki: "Rabbinize dua edin; azaptan bir günü
(olsun) bize hafifletsin." (Bekçiler:) "Size kendi Resulleriniz
açık belgelerle gelmez miydi?" dediler. Onlar: "Evet" dediler.
(Bekçiler:) "Şu halde siz dua edin" dediler. Oysa kafirlerin duası
çıkmazda olmaktan başkası değildir. (Mümin Suresi, 49-50)
Bunun yanında Allah'tan merhamet dilemeye de çalışırlar.
Ancak yine boşunadır:
Dediler ki: "Rabbimiz, mutsuzluğumuz
bize karşı üstün geldi, biz sapan bir topluluk imişiz. Rabbimiz,
bizi (ateşin) içinden çıkar, eğer yine (inkâra) dönersek, artık
gerçekten zalim kimseler oluruz." Der ki: "O'nun içine sinin ve
benimle söyleşmeyin. Çünkü gerçekten benim kullarımdan bir grup:
"Rabbimiz, iman ettik, sen artık bizi bağışla ve bize merhamet
et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın, derlerdi de, siz onları
alay konusu edinmiştiniz; öyle ki, size benim zikrimi unutturdular
ve siz onlara gülüp duruyordunuz. Bugün Ben, gerçekten onların
sabretmelerinin karşılığını verdim. Şüphesiz onlar, 'kurtuluşa
ve mutluluğa' erenlerdir." (Müminun Suresi, 106-111)
Ayetten anlaşıldığına göre bu, Allah'ın Cehennem
ehline son hitabıdır. Çünkü, Allah bunlara "O'nun içine sinin ve
benimle söyleşmeyin" dedikten sonra artık bunun aksi söz konusu
değildir. Bundan böyle Allah Cehennem ehli ile sonsuza dek muhatap
olmaz. Bu, düşünmesi bile insana tarifsiz acı veren bir durumdur.
Cehennem ehli çığlık çığlığa azap çekerken, "kurtuluşa
ve mutluluğa eren"ler, yani müminler de Cennet'in nimetleri içindedirler.
Ve Cehennem ehlinin çektiği manevi azapların birini, söz konusu
Cennet ehli ile olan diyaloğu oluşturur. İnkarcılar, Cehennem'in
korkunç azapları içinde işkence görürken, özel olarak yaratılan
bir sistem ile Cennet'i görür, oradaki büyük nimet ve ihtişamı izlerler.
Dünyada iken kendileriyle alay ettikleri müminlerin; büyük bir rahatlık
içinde, görkemli mekanlarda, muhteşem evlerde, çarpıcı güzellikteki
kadınlarla birlikte, nefis yiyecek ve içecekleri tattıklarını görürler.
Kendi yaşadıkları azap ve aşağılanmaya karşılık, müminlerin böylesine
büyük bir nimet, övülmüşlük ve huzur içinde olduğunu fark ederler.
Bu ise yaşadıkları azabı daha da şiddetlendirir.
Duydukları pişmanlık, dayanılmaz boyutlara varır. Dünyada iken iman
etmemiş, müminlerin aksine Allah'ın hükümlerine itaat etmemiş olmalarının
kahredici pişmanlığı içinde boğulurlar. Bu psikoloji içinde, Cennet
ehliyle diyalog kurmaya, hatta onlardan yardım dilemeye de çalışırlar.
Yalvarırlar, ancak, yine boşunadır. Bu arada Cennet'tekiler de inkarcıların
halini görürler ve bu onların hem Cennet'ten aldıkları zevki arttırır
hem de Allah'a daha çok şükretmelerine neden olur. Kuran'da, Cennet
ve Cehennem ehli arasındaki diyalogları şöyle haber verilir:
Onlar (müminler) Cennetler'dedirler;
birbirlerine sorarlar. Suçlu-günahkarları;
"Sizi şu Cehennem'e sürükleyip-iten nedir?"
Onlar: "Biz namaz kılanlardan değildik" dediler.
"Yoksula yedirmezdik.
(Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik.
Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk.
Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı."
Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz. (Müddesir
Suresi, 40-48)
SONSUZ AZAPTAN KURTULMAK İÇİN BİR
HATIRLATMA
Bu bölümde, kendilerini yaratan ve başıboş bırakmayan
üstün kudret sahibi Yaratıcı'nın varlığına inanan ve O'nu inkar
eden insanların ahiretteki durumlarını çok kısaca özetledik. Ancak
unutmamak gerekir ki, bu anlattıklarımız insanların doğduklarından
beri dinlemeye alıştıkları bir cennet, cehennem anlatımından çok
farklı bir amaç içermektedir. Amacımız insanlara sadece dini bir
bilgi vermek değil, inançsız olarak yaşadıkları hayatta çektikleri
sıkıntının, ahirette de yakalarını bırakmayacağını onlara son bir
kez daha hatırlatmaktır.
Elbette her insan dünyada dilediği şekilde yaşamakta,
dilediği yolu seçmekte serbesttir. Hiçbir insanın bir diğeri üzerinde
herhangi bir zorlaması olamaz. Ancak Allah'ın varlığına ve sonsuz
adaletine iman eden insanlar olarak hepimizin görevi, inkar eden
ve içinde bulundukları durumun, gidişatın farkında olmayan insanları
uyarıp korkutmaktır. Zira Allah bu insanların içinde bulundukları
durumun vehametini ayetleriyle bildirmiştir:
Binasının temelini, Allah korkusu
ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının
temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi
de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir
topluluğa hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 109)
Dünyada Allah'ın ayetlerinden yüz çeviren ve kendisini
Yaratan'ı şuursuzca inkar eden insanların ahirette hiçbir kurtuluşları
olmayacaktır. O halde insana düşen, gerçekleri fark ettiğinde hiç
zaman yitirmeden içine girdiği ve sonu yıkım olan yoldan geri dönüp,
kendini Allah'a teslim etmektir. Bunu yapmadığı takdirde, aşağıdaki
ayetin ifade ettiği pişmanlığı mutlaka yaşayacaktır:
O inkâr edenler Müslüman olmayı
nice kereler dileyecekler. Onları bırak; yesinler, yararlansınlar
ve onları (boş) emel oyalayadursun. İleride bileceklerdir. (Hicr
Suresi, 2-3)
Sonsuz azaptan ve bu pişmanlıktan kurtulmanın ve
Allah'ın rızasını ve cennetini kazanmanın yolu ise bellidir:
Geç olmadan Allah'a gönülden iman etmek,
Tüm yaşamını O'nu razı edecek davranışlarla geçirmek...
... Sen yücesin, bize öğrettiğinden
başka bizim hiçbir bilgimiz yok.
Gerçekten Sen, herşeyi bilen,
hüküm ve hikmet sahibi olansın.
(Bakara Suresi, 32)
xx
|
xx |